Yorumlar

Lübnan Siyasetinde Denge Arayışı ve Cumhurbaşkanlığı Krizi

Lübnanda Cumhurbaşkanı Mişel Süleymanın görev süresi 20 Mayıs 2014 tarihinde sona ermiş ve yeni cumhurbaşkanı seçmek üzere uzlaşı hükümeti çalışmalara başlamıştır. Ancak taraflar ikinci yılına yaklaşan cumhurbaşkanı seçimine yönelik krizi sonlandıracak ortak bir isim üzerinde mutabakata varamadılar. Zamanında yapılamayan seçimlerin kronik bir problem haline geldiği Lübnanda süre, bu defa her zamankinden daha fazla uzayarak Lübnan siyasetinin tamamen kilitlenmesine neden olmuştur. Son 22 aydır cumhurbaşkanlığı makamının boş olduğu ülkede Cumhurbaşkanının seçilememe nedenleri; Lübnan siyasal sisteminin temel problemleri, Suriye İç Savaşı ve giderek artan ülke içi kutuplaşma olmak üzere tamamen birbirine bağlı üç ana başlık altında değerlendirilebilir.

Öncelikle Lübnanın mezhepsel kota sistemine dayalı siyasal yapısı kâğıt üzerinde farklı grup ve kimliklerin temsil imkânı bulmasını dolayısıyla ülke siyasetinde farklılıkların birlikteliğini sağlamayı hedefleme iddiasında olmakla birlikte uygulamada söz konusu yapının 'ötekiye dair olumsuz algıyı netleştirdiği ve ayrışmaları derinleştirdiğini ifade etmek mümkündür. Lübnanda zaim geleneğinin devamı niteliğinde sayılacak büyük ailelerin siyasi gruplar üzerindeki etkisi de tarihsel problemlerin sürekli gündemde kalmasının bir diğer nedeni olarak değerlendirilebilir. İç savaş yıllarının düşman gruplarını temsil eden ailelerin bugün ülke siyasetine dair ortak karar almalarına bağlı siyasal yapının kendisinin bizatihi Lübnanın en temel problemi olduğu ifade edilebilir. Lübnanda 1943 yılında varılan ulusal mutabakata göre Marunî olması gereken cumhurbaşkanının meclis tarafından seçilmesi gerekiyor. Genel seçimlerin güvenlik problemleri nedeniyle 2017 yılına ertelendiği Lübnanda Temmam Selam liderliğindeki 128 üyeli uzlaşı hükümeti cumhurbaşkanı seçimi için toplantı yeter sayısı olan 86 milletvekiline, Hizbullah ve Özgür Yurtsever Partisinin oturumları boykot etmesi nedeniyle ulaşamamış dolayısıyla Lübnan, tarihinin en uzun cumhurbaşkanlığı krizinin daha da derinleştiği bir sürece girmiştir.

Suriye İç Savaşının Etkisi

İkinci olarak 2011 yılı itibariyle Suriyede yaşanan olayların kanlı bir iç savaşa dönüşmesi ile Lübnan siyasal krizinin çözülmesi daha da zorlaşmıştır. Nitekim Suriye iç savaşında Esad rejimi yanında aktif olarak pozisyon alan Hizbullah sadece Lübnan içindeki kutuplaşmayı derinleştirmekle kalmamış ayrıca Suriye meselesi nedeniyle ülkenin bölgesel ve küresel kamplaşmanın daha fazla etkisi altına girmesine neden olmuştur. İran-Suriye- Rusya ittifakına destek olan 8 Mart Bloğu ile Suudi Arabistan-Batı saflarında yer alan 14 Mart bloğu arasındaki anlaşmazlıklar bir anlamda uluslararası bir boyut kazanmıştır. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı seçimi Lübnanın kendi içinde çözemediği, başta Suudi Arabistan ve İran olmak üzere dış aktörlerin anlaşması ve kararına bağlı bir mesele haline gelmiştir.

Lübnan hükümeti hali hazırda 14 Mart ve 8 Mart Bloklarından oluşmaktadır. Söz konusu bloklar eski Başbakan Refik Haririnin öldürülmesinden sonra Suriye politikası temelinde ülkenin iki kampa bölünmesi ile şekillenmiştir. Saad Hariri liderliğindeki Gelecek Hareketinin başını çektiği Suriye karşıtı Batı yanlısı politikalar benimseyen 14 Mart Bloğu; Lübnan Güçleri Partisi, Ketaib Partisi ve bazı bağımsız adaylardan oluşurken, Hizbullah liderliğindeki Suriye yanlısı politikalar izleyen 8 Mart bloğunda ise Emel Hareketi, Hristiyan Marunî Ulusal Özgürlük Hareketi, Suriye Sosyalist Milliyetçi Partisi ve Ermeni Taşnak Partileri yer alıyor. Çok parçalı siyasal yapısının yol açtığı sorunları aşamayan Lübnan siyaseti Suriye İç Savaşı ve bu savaşta ülke politikacılarının izlediği siyaset nedeniyle ikiye bölünmüştür. Her iki bloğun aday sayılarının birbirine yakın olması ve 8 Mart bloğunun boykotu cumhurbaşkanı seçimlerinin gerçekleştirilememesinde önemli bir rol oynamıştır.

İki bloğun adaylarının kişisel geçmişlerinin ve temsil ettikleri ideolojilerin uzlaşı sağlanamamasının arkasındaki en temel neden olduğu öne sürülebilir. İç Savaş sırasında faaliyet gösteren Hıristiyan milis grubu Lübnan Güçlerinin eski komutanı Samir Caca 14 Mart Bloğunun adayı iken Marunî Hıristiyan General Mişel Aun ise 8 Mart Bloğunun adayı olarak belirlenmiştir. İç savaş boyunca birbirlerine karşı savaşmış bu liderlerin bizatihi isimleri ülkedeki siyasal kutuplaşmayı ve geçmiş düşmanlıkları yeniden gündeme getirmiştir. 2015 yılı sonunda Hizbullah ile iyi ilişkileri olan ve Esede yakınlığı ile bilinen Marada Partisi lideri Süleyman Faranciyenin cumhurbaşkanlığı için 14 Mart Bloğundan resmen adaylığını koyduğunu açıklaması ile Lübnan siyasal krizi yeni bir aşamaya geçmiştir. Faranciyenin adaylığına destek niteliğindeki ilk açıklamanın Suudi Arabistan Lübnan elçiliği tarafından yapılması Suudilerin Lübnan siyaseti üzerindeki etkisine bir örnek olarak değerlendirilebilir. Öte yandan uzun yıllar Suriye karşıtı politikalar yürüten Mişel Aunun izlediği siyaseti tamamen değiştirerek Hizbullah ile sıkı bir ittifak içerisinde olması da İranın Lübnan üzerindeki gücünü göstermesi açısından mühimdir.

2015 yılı sona erdiğinde Lübnan için tarafsız bir Cumhurbaşkanı üzerinde anlaşılması ihtimali de sona ermiş kulislerde Hizbullahın hangi müttefikinin daha şanslı olduğu tartışılmaya başlanmıştır. İlk etapta Faranciyenin adaylığı 'Hizbullah her hâlükârda kazanacak yorumuna neden olsa da ilerleyen aylarla birlikte Suudi ittifakının elini güçlendirecek bir gelişme olarak da düşünülmeye başlanmıştır. Faranciyenin Cumhurbaşkanı olması halinde hem Lübnan içerisinde Hıristiyanlar üzerinde ciddi bir güce sahip ve bu konuda rakibi olmayan Mişel Aun bertaraf edilmiş olacak hem de müttefik Haririnin kolaylıkla Başbakan olması sağlanabilecekti. Ayrıca Hıristiyanların güç kaybı Sünni Başbakanın etki alanını genişletecek bu doğrultuda Suudi Arabistan ülkede ve dolayısıyla bölgede İran karşısında konumunu güçlendirmiş olacaktı.

Ancak Lübnan Güçleri lideri ve 14 Mart Bloğunun adayı Samir Cacanın 18 Ocak 2016 tarihinde yaptığı açıklama ile dengeler tamamen değişmiştir. 14 Mart Bloğunun ilk adayı Caca; başta Suudi Arabistan olmak üzere Lübnan siyasetinde Suriye karşıtı ittifakın beklemediği bir hamlede bulunarak rakibi, Lübnan Ulusal Özgürlük Hareketi lideri Mişel Aunu desteklediğini belirterek Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiğini beyan etmiştir. Buna mukabil Faranciye adaylıktan çekilmeyeceğini belirtmiştir. Söz konusu hamle ilk etapta Hizbullahın iki aday arasında kalıp içeride bir bölünme yaşayabileceği ve  Faranciye ile sahip olduğu iyi ilişkilerin 14 Mart Bloğu adayının elini güçlendireceği yönünde beklentileri artırmıştır. Bu noktada Faranciyenin adaylığının 8 Mart ittifakını ciddi bir tercih yapmak zorunda bıraktığı dile getirilebilir. Zira Hizbullah için Faranciyenin desteklenmesi kendisine yakın bir adayın cumhurbaşkanı olması ve 8 Mart ittifakının diğer Şii grubu Emel Partisinin de memnun edilmesi manasına gelmekle birlikte aynı zamanda rakip bloğun Sünni Gelecek Hareketinin adayının seçilmesi anlamına da gelecekti. Dolayısıyla Hizbullahın Faranciye lehine bir tavır değişikliğine gitmesi Şiiler için ilk etapta olumlu bir hamle gibi görünmekle birlikte ülkenin güçlü Hıristiyanları üzerinde etkili olunamamasına ve rakip bloğun Sünni Başbakanın daha etkili olmasına da aracılık edecekti.

Öte yandan Faranciyenin adaylığının 14 Mart Bloğunda da ciddi yansımaları olduğu ve blok içerisindeki güç dengelerini değiştirebileceği de iddia edilebilir. Hâlihazırda blok içerisinde üzerinde uzlaşılmış bir aday varken ikinci bir ismin adaylığını açıklaması ve buna mukabil Cacanın rakip blok lehine adaylıktan çekilmesi Dürzilerin gücünü artıracaktır. Dürzi lider Velid Canbolatın izleyeceği politika bir bakıma 14 Mart ittifakının ağırlık dengesini belirleme gücüne sahip olmuştur.

Mezhepsel Ayrışma mı Denge mi?

128 üyeli mecliste anayasa gereği 64 kontenjan Hıristiyanlara 64 kontenjanda Müslümanlara verilmiştir. Hıristiyanlara ayrılan kontenjan 34 Maruni, 14 Rum Ortodoks, 8 Rum Katolik, 5 Ermeni Ortodoks, 1 Ermeni Katolik ve 2 diğer Hristiyan azınlık şeklinde dağılım göstermektedir. Müslüman kontenjanlarının mezheplere göre dağlımı ise gelinen noktada dengelerin nasıl değişebileceğini göstermesi açısından oldukça mühimdir. Hali hazırda Lübnan parlamentosunda 27 Sünni, 27 Şii, 8 Dürzi, 2 Nusayri bulunmaktadır. Şii ve Sünni sayılarının eşitliği iki adayın Şiilerle yakın ilişkisi göz önüne bulundurulduğunda cumhurbaşkanının kim olacağı hususunda öngörüde bulunmanın güçlüğünü bir kez daha ortaya çıkarmaktadır. Her ne kadar 2016 Şubat ayına kadar yaşanan gelişmeler Aun lehine bir tablo çiziyor olsa da Lübnan yakın tarihi bu konuda sürpriz gelişmelerin yaşanabileceğini de gösteriyor. Nitekim 2008 yılında yine bir cumhurbaşkanlığı krizinde 8 Mart bloğunun adayı Mişel Aun kazanamamış, dönemin 14 Mart bloğu adayı Emin Cumâyil üzerinde de uzlaşı sağlanamamış, kriz Katarın araya girmesi ve tarafsız bir isim olan Mişel Süleymanın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle sonlanmıştır. Ancak bugün özellikle Suriyede yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelerin bölgesel güçler üzerindeki etkileri nedeniyle hem krizin daha derin hem de çözümün Suudi Arabistan ve İran gibi iki bölgesel rakibin kararına daha bağımlı bir halde olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Ülkede cumhurbaşkanı makamının boş kalmasının Lübnan halkının bugünü ve geleceğine ilişkin ciddi olumsuzluklar ve tehdit yaratmakla birlikte belli çıkar gruplarının işini de kolaylaştırdığını ifade etmek gerekmektedir. Zira siyasi otorite yokluğu bir yandan Suriyede taraf olmanın resmi yaptırımlarından kaçış olarak görülürken bir yandan da ülke içerisinde çözülmesi gereken birçok bürokratik sorunun ötelenmesini de kolaylaştırmaktadır.

Son tahlilde Faranciye ve Aun arasında seçim yapmak üzere gerçekleştirilen kritik 35.  meclis oturumunda yine 86 milletvekili hazır bulunmadığından meclis 36. defa toplanma kararı alarak seçim 2 Mart 2016 tarihine ertelenmiştir. Lübnanın son beş yıldır başta mülteciler, güvenlik problemleri ve ekonomik sorunlar olmak üzere bir çok olumsuzluğun yarattığı kaos nedeniyle giderek artan bir istikrarsızlık sergilediği ifade edilebilir. Ülkede sorunların çözümü için siyasi otoritenin tesisinin ivedilikle sağlanmasının gerekliliği açıktır. Ancak Suriyede bir çözüme ulaşılamadan Lübnanın içinde bulunduğu istikrarsızlıktan kolay kolay çıkamayacağı da belirtilmelidir. Ayrıca bir şekilde cumhurbaşkanının seçilmesini takiben siyasal yapının kronikleşmiş problemlerine ilişkin köklü değişikliklere gidilmemesi halinde Lübnanın bölgedeki her krizden derinden etkilenmeye ve çevresine istikrarsızlık yaymaya devam edeceği de öngürülebilir.