Yorumlar

Saha Gözlemleri Işığında Lübnan’da Güncel Gelişmeler

Kemal Salibi Lübnanı “1975 yılından bugüne siyasi ve sosyal düzensizliğin en dikkat çekici ve mühim örneklerinden biri…” olarak tanımlar. 2011 yılında Suriyede başlayan barışçıl halk hareketlerinin kanlı bir iç savaşa dönüşmesi tüm bölgeye hakim olan bir kaos ortamı yaratırken gerek çalkantılı ve çekişmeli iç siyaseti gerekse Suriye ile tarihsel ilişkisi bağlamında Lübnanı da fazlasıyla etkisi altına almış ve Salibinin ifadesinin bugün de geçerliliğini koruduğunu göstermiştir.

Suriyedeki gelişmelerle ilintili olarak bölgede etki sahibi olan ve olmaya çalışan aktörlerin bir temsil savaşı arenasına dönüştürdüğü Lübnan, hem iç siyasette hem de uluslararası düzeyde Suriye meselesine kilitlenmiştir. Bilhassa 2014 yılında gerçekleştirilmesi beklenen parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, Suriye meselesi ekseninde bir çıkmaza girmiş, bir yandan ülke içerisindeki mezhepsel kutuplaşma derinleşirken bir yandan da mülteciler temelinde yaşanan problemler büyümeye devam etmiştir. Bu bağlamda Suriye meselesinin Lübnanı, parlamento ve cumhurbaşkanı seçimlerinin yapılamaması, Hizbullahın rolü ve geçirdiği değişim ile mülteciler meselesi olmak üzere üç ana konu etrafında etkilediği söylenebilir.

Ülkedeki siyasi kaos nedeniyle yeni bir parlamento kurulamamış, Temmam Selam liderliğinde uzlaşı hükümeti kurularak hiç değilse Cumhurbaşkanı seçiminin önü açılmaya çalışılmıştır. Ancak uzlaşı hükümeti yeni bir Cumhurbaşkanı seçilmesi konusunda başarılı olamamış ülkenin iki önemli siyasi ittifakı 14 Mart ve 8 Mart hareketlerinin Suriye konusundaki birbirine zıt tutumları ortak bir Cumhurbaşkanı adayı belirlenmesine engel olmuştur. Hizbullahın Suriye iç savaşına rejim tarafında katılması hem Lübnan siyasetinin kilitlenmesine hem de Hizbullahın girdiği dönüşüm sürecine işaret etmesi bakımından önemlidir.

Kendisini İsrail direnişi ile -en azından pratikte- meşrulaştıran ve bu anlamda Şiiler dışındaki unsurların da belli oranda sempatisini kazanan Hizbullah, zamanla Lübnan sınırlarını aşarak bölgenin en güçlü silahlı örgütlerinden birisi haline gelmiştir. İsrailin Lübnan topraklarından çekilmesini müteakip “direniş” ikinci plana itilirken “ulusal söylem” temelinde kurulan siyasi ajandayı birincil konuma aldığı söylenebilecek olan Hizbullah, bilhassa 2014 yılındaki seçimlerin gerçekleştirilememesindeki etkisi itibariyle ülkenin en güçlü siyasi aktörlerinden birisi konumuna gelmiştir. Kendisini Lübnanın koruyucusu olarak tanıtan Hizbullah; eğitim, sağlık ve altyapı çalışmaları gibi faaliyetleriyle “devletin olmadığı yerlerde ben varım” diyerek Lübnan toplumunda bilhassa Beka bölgesinde karşılık bularak güçlenmiştir. Suriye iç savaşında rejim yanında aktif olarak savaşa katılması ise Hizbullahı yeni bir yol ayrımına getirmiş örgütün tarihsel süreç bağlamında farklılaşan ve dönüşen yapısına dikkat çekmesi bakımından da güçlü bir örnek teşkil etmiştir. İsraile karşı direnişin simgesi olan örgüt Suriyedeki savaşa müdahil olarak ilk kez Araplara karşı savaşmaya başlamıştır. Her ne kadar Hizbullah geliştirdiği ulusal söylem çerçevesinde Suriyedeki varlığını; Lübnanı IŞİD ve Nusra Cephesi tehdidine karşı korumak şeklinde açıklasa da söz konusu durum Lübnan içinde bilhassa Gelecek Hareketi tarafından ülkeyi kaosun içine çektiği ve savaşın ülke sınırlarına sıçraması tehdidini yarattığı gerekçesiyle yoğun eleştiriye maruz kalmıştır.

2015 yılının ilk çeyreğini geride bıraktığımız şu günlerde Lübnanda aktif bir savaş yaşanmıyor olsa da ülkenin hemen hemen her alanda Suriyedeki meseleden fazlasıyla etkilendiği gözlemlenmektedir. Öncelikle savaştaki aktif rolü nedeniyle eleştirilen Hizbullahın yapılacak seçimleri boykot ederek siyasal sistemi tıkaması devletsiz bir Lübnan ortaya çıkararak Suriyedeki olayların ve bu olaylar üzerinde etkili olmak isteyen dış aktörlerin ülke üzerindeki tesirinin daha fazla büyümesine neden olmuştur. Ayrıca Hizbullahın savaştaki aktif rolü Lübnan içerisinde bir yandan terör eylemlerinin artmasına neden olurken bir yandan da tehdit algısının ve dolayısıyla mezhepsel kutuplaşmanın artmasına yol açmıştır. 2014 yılında Trablusta yaşanan çatışmalar ve söz konusu çatışmalarda IŞİD-Nusra militanları tarafından Lübnan askerlerinin esir alınması ülkedeki kutuplaşmanın derinleşmesine yol açmıştır. Hizbullah bu noktada kendisini ülkeyi radikal örgütlerden koruyan örgüt olarak tanıtırken Sünni toplumun ise hami arayışına girdiği bu bağlamda tam anlamıyla onay vermese ve sınırlı kesimler olsa da IŞİD ve Nusra gibi örgütlere sempatinin arttığı görülmüştür. Son tahlilde Suriye iç savaşının etkisi ile bölgede olduğu üzere Lübnanda da devlet dışı aktörlerin etkinliğinin arttığı gözlemlenmiştir.

Hassas mezhep dengesinin hayati önem arz ettiği Lübnana resmi rakamlarla 1,5 milyonu aşkın Suriyeli mültecinin gelmesi siyasi problemlere ekonomik ve sosyal sorunların eklenmesine yol açmıştır. 4 milyon civarında nüfusu olduğu tahmin edilen Lübnan için söz konusu çoğunlukta sığınmacı akışının birçok alanda giderek büyüyen problemlere yol açacağı açıktır. İşsizlik, sığınma ihtiyacının yol açtığı kiralarda ani artış ve benzeri tüm soyo-ekonomik problemlere ek olarak sığınmacıların büyük kısmının Sünni Arap oluşu ülkedeki mezhep dengesine karşı bir tehdit olarak algılanmaktadır. Ayrıca sığınmacılar içerisinde yer alan Suriyeli Türkmenlerin rejim nedeniyle Suriyeye geri dönüşünün imkânsız hale getirilişi Lübnandaki Türkmen nüfusunun artacağını göstermektedir.

Son tahlilde bilhassa sahada yaptığımız gözlemler neticesinde ülke içerisinde hakim olan kaos ortamının giderek artan bir tehdit algısı ve korku atmosferi yarattığı ifade edilebilir. Söz konusu algı ile atmosferin birbirini besleyerek yeniden inşa ettiği bu noktada Lübnandaki kaos ortamının giderek büyüdüğü ve Suriye meselesi çözülmeden ülke içerisinde huzurun tesis edilmesinin giderek zorlaştığı ifade edilebilir.