Yorumlar
Türkiye’nin DAEŞ ile Çok Boyutlu Mücadelesi
Türkiye yaklaşık iki yıldan bu yana DAEŞ ile mücadelede çok-boyutlu bir politika izliyor.
2014 yılında DAEŞin Musulu ele geçirmesi sonrasında Türkiyenin Musul Başkonsolosluğunda bulunan 49 kişiyi rehin almasıyla başlayan Türkiyeye yönelik DAEŞ tehdidi ilerleyen yıllarda dışardan içeriye taşındı. Nitekim DAEŞin merkez coğrafi halkası olarak tanımlanan Irak ve Suriyeden sonra Türkiye, örgütün yakın coğrafi halka olarak tasnif ettiği ikincil düzeydeki hedefleri arasında yer almaktaydı.
Başlangıçta Türkiyeyi muğlak ve gayriresmi bir biçimde düşman olarak ilan eden DAEŞ, Türkiyenin örgüte yönelik içeride ve dışarıda aldığı katı ve kararlı güvenlik önlemleri ve örgütün temsil ettiği sözde cihat söylemine karşı sert bir politika benimsemesi sonrasında Türkiyeyi somut düşmana dönüştürerek doğrudan hedef almaya başladı. Bu nedenle zamanla DAEŞin Türkiyeye yönelik tehdidi çok yönlü bir hal almaya başladı.
Çok boyutlu DAEŞ tehdidi
Türkiyeye yönelik DAEŞ eksenli güvenlik risklerinin önemli bir bölümü coğrafi yakınlıktan kaynaklansa da tehditler sadece bununla sınırlı değil. Coğrafi yakınlığın yanı sarı DAEŞ, Türkiyeyi Yabancı Terörist Savaşçıların (YTS) Suriyeye geçişi önünde ciddi bir engel olarak görüyor. Ayrıca YTS'lerin Suriyedeki savaşa katılarak geldikleri ülkelere geri dönmek için kullanmak istedikleri güzergahların başında Türkiye geliyor. Bunun yanı sıra Türkiyeden örgüte katılan militan sayısı (bu rakam 2100 civarında ki bu sayılara aileler dahil değil) DAEŞin bir “Türkiye stratejisi” için yeterli gerekçeyi sağlamaktadır. Bu stratejinin askeri ve siyasi olmak üzere iki temel boyutu var.
Askeri düzeyde DAEŞ, son zamanlarda Kilis örneğinde de olduğu gibi Türkiyeye Menbiç cebi olarak bilinen yaklaşık 90 kmlik sınır hattı boyunca füze saldırılarında bulunmaktadır. Bu saldırılar sınır karakollarına yönelik olabildiği gibi doğrudan Türkiyenin içine düşecek şekilde sivillere yönelik rastgele saldırılardan da oluşmaktadır. Bu saldırılar sadece Suriye toprakları ile de sınırlı değil. Türkiyenin Irakın kuzeyinde bulunan ve DAEŞ ile mücadele etmek için askeri eğitimlerin yapıldığı Başika askeri kampına da birçok kez saldırıda bulunulmuştur. Askeri boyutun diğer tarafını da Türkiyede DAEŞ tarafından yapılan bombalı eylemler oluşturmaktadır. Bugüne kadar DAEŞ kaynaklı 7 intihar eylemi gerçekleşmiş bu eylemler sonucunda 160 sivil ve 3 güvenlik mensubu hayatını kaybetmiştir. İntihar saldırıları DAEŞin Türkiyeye yönelik saldırılarında en fazla kaybın yaşandığı eylemlerdir. İntihar saldırılarına ek olarak DAEŞin Türkiyedeki hedefleri arasında Suriyeli sivillere yönelik suikastlar da yer almaktadır. Özellikle DAEŞe karşı muhalif söylemin yayılmasında etkili olan ve Türkiyede yaşayan Suriyeli gazeteciler örgütün hedefinde yer almaktadır.
DAEŞin Türkiyedeki bombalı eylemlerinin temel özelliği çeşitlilik içermesi. Bu çeşitlilik ilk olarak eylemi gerçekleştirenlerin uyruklarında fark edilmektedir. Yapılan intihar saldırılarında Türkiye, Suriye ve diğer ülke vatandaşı eylemci profillerine rastlamak mümkün. Örgütün Türkiyedeki intihar saldırısı eylemlerini üstlenmiyor oluşu bir başka farklılık olarak ortaya çıkmaktadır. DAEŞ bugüne kadar sadece Türkiye içinde Suriyeli gazeteci ve muhaliflere yönelik gerçekleştirdiği suikastları üstlenmiştir. Bu durum örgütün Türkiyedeki eylemlerinin özerk bir biçimde planlandığına dair şüpheleri arttırmaktadır. Ancak saldırıyı gerçekleştiren kişilerin DAEŞ saflarında Suriyedeki iç savaşta bulundukları dikkate alındığında eylemlerin örgütün bilgisi dahilinde gerçekleştirildiklerini de söylemek mümkün hale gelir. Bu nedenle örgütün Türkiyedeki eylemleri genellikle profesyonel DAEŞ militanları tarafından gerçekleştirilmektedir.
Türkiye'ye yönelik tehdit söylemi
DAEŞin Türkiyeye yönelik siyasi stratejisini belirleyen birçok farklı dinamik söz konusu. Başlangıçta daha genel ve kısmen silik bir biçimde Türkiyeyi hedef alan açıklamalar yapılırken, zamanla bu silik tehdit söylemi yerini resmi bir tehdit söylemine bırakmıştır. Örgütün diğer yayın organları ile karşılaştırıldığında görece daha geç hayata geçen Türkçe dergisi Konstantiniyye bu siyasi stratejinin örgüt adına resmi ayağını göstermesi açısından ilginç misaller içermektedir.
2015 Haziran ayından bu güne altı sayı yayınlanan derginin genel olarak içeriği incelendiğinde, örgütün giderek Türkiyeyi somut bir düşman tanımlaması içine yerleştirdiği söylenebilir. Başlangıçta farklı toplumsal kesimleri hedef alan DAEŞ giderek hedef kitlesini daha da somutlaştırarak Hükümet, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri dahil devletin bütün kurumlarına yönelik topyekün bir tehdit söylemini devreye sokmuştur. Türkiye demokrasisinden dış politikasına bütün politik alanı hedefine alan bir tehdit söylemi, örgütün sürekli tekrar eden siyasi söyleminin bir parçası olarak ön plana çıkarılmaktadır. DAEŞ Türkiye stratejisinin merkezinde ise kaos temelli çatışma ortamının içeride derinleşmesini sağlayarak Suriyenin kuzeyinde sıkıştığı coğrafi alanda üzerindeki askeri baskıyı dağıtmaya çalışmaktır. Bir bütün olarak bakıldığında bu çok-boyutlu DAEŞ tehdidi karşısında Türkiyenin örgütle mücadelesi de çok-boyutlu bir hal almıştır.
Türkiyenin DAEŞe karşı yürüttüğü çok-boyutlu mücadele stratejisi dört ana katmandan meydana geliyor. Ulusal düzeyde DAEŞ ile bağlantılı olduğu düşünülen guruplara yönelik güvenlik operasyonları bu katmanlardan ilkini oluştururken, YTS ile mücadele ikinci, DAEŞ karşıtı uluslararası koalisyona verilen destek üçüncü ve son olarak terörün finansmanının önlenmesine yönelik ulusal ve uluslararası mücadele dördüncü katmanı oluşturmaktadır. Bu çok boyutlu mücadele, Türkiyenin DAEŞi terör örgütü olarak tanıdığı 2013 yılından bu yana bir devlet politikası olarak şekillenmiştir.
Aşırıcı şiddete karşı sıfır tolerans
Türkiyenin DAEŞ ile mücadele stratejisinin son dönemde artan bir şekilde devam eden en önemli ayağını aşırıcı şiddet söylemini benimseyen radikal gruplara yönelik ulusal düzeyde gerçekleştirdiği mücadele oluşturmaktadır. Bu tür gurupların DAEŞin radikal söylemini yaymada, örgüte yeni eleman kazandırmada kolaylaştırıcı rol oynamada ve Türkiyedeki eylemelere lojistik destek sağlanmasında yardımcı oldukları düşünüldüğünde, bu alanda yürütülen mücadelenin önemi daha da iyi anlaşılır. Burada Türkiyenin amacı, örgütün Türkiyedeki eylem imkân ve kapasitesini yok etmek ve aşırıcı radikal söylemin yaygınlık kazanmasını engellemektir. Bunun yolu, örgüt mensuplarının yuvalandığı hücre evlerinin tespit edilmesi ve ortadan kaldırılmasından geçmektedir.
Güvenlik kuvvetlerinin operasyonlarını yoğun olarak gerçekleştirdikleri şehirler, örgüt kaynaklı tehdidin en yüksek seviyede yaşandığı şehirlerle paralellik arz etmektedir. DAEŞin Halepin kuzeyinde elinde tuttuğu alana komşu olan Kilis ve Gaziantep, iki bölge arasındaki coğrafi yakınlıktan dolayı örgütün Türkiyede en çok yuvalandığı ve operasyonel kabiliyet kazandığı iller durumuna gelmiştir. Türkiye-Suriye sınırını yüzde yüz oranında korumayı imkânsız kılan yapısal engeller, DAEŞ mensuplarının bu illere geçişini ve bu civardaki illegal faaliyetlerini kolaylaştırıcı etkilerde bulunmaktadır. Buna mukabil, güvenlik güçlerinin örgüt hücrelerine karşı en fazla operasyonu Kilis ve Gaziantepte gerçekleştirmesi, bu şehirlerdeki DAEŞ tehdidinin farkında olunduğunu da göstermektedir. Yine en yoğun göz altıların bu bölgede görülmesi, tehdidin somut bir hâle dönüştüğüne işaret ederken, aynı zamanda buna karşı Türkiyenin sahip olduğu caydırıcılığa da dikkat çekmektedir.
En fazla operasyonun yapıldığı üçüncü şehrin İstanbul olması, bu şehrin gerek büyüklüğünden ötürü örgüte sunduğu saldırı imkânları, gerekse de halihazırda örgütün gerçekleştirdiği yedi bombalı saldırının üçüne maruz kalması bakımından önem arz etmektedir. İstanbulun kozmopolit ve tarihî yapısının çok sayıda yabancı turist çekmesi, DAEŞin -12 Ocak 2016 Sultanahmet ve 19 Mart 2016 İstiklal canlı bomba saldırılarında görüldüğü gibi- yabancı ve özellikle Avrupa ülke vatandaşlarına karşı saldırılar yapma amacı doğrultusunda bu şehri hedef haline getirmektedir. Dolayısıyla güvenlik operasyonlarının yoğunluğu, bu şehirde de tehdidin farkında olunduğunu göstermektedir. Bu operasyonların sonucunda bugüne kadar 500den fazla DAEŞ sempatizanı tutuklanmıştır. Yalnızca 2016 başından bu yana 863 zanlı gözaltına alınmış, bunların 199u tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir.
Sınır ötesi önlemler ve anti-DAEŞ koalisyonunda Türkiyenin yeri
Türkiye DAEŞle mücadelesinin ikinci düzeyini, Suriyedeki Türkiye sınırına yakın olan örgüt hedeflerine karşı aldığı önlemler ile Irak topraklarında yaptığı eğitim ve operasyon faaliyetleri ile yürütmektedir. Türkiyenin sınır ötesine yönelik aldığı tedbirler “misliyle mukabele” prensibine dayanmış olup örgüte karşı caydırıcılık sağlama amacıyla oluşturulmuştur. Öte yandan Türkiyenin DAEŞ karşıtı uluslararası koalisyona Şubat 2015ten itibaren aktif bir katkıda bulunması, örgütü “geriletme ve yok etme” (degrade and destroy) stratejisini de benimsediğini göstermektedir. Bu yüzden Suriye ve Irakta izlenen strateji, Türkiyenin kendi imkân ve kabiliyetleriyle yürüttüğü mücadele ile uluslararası koalisyonun operasyonlarına verdiği katkının birleşiminden oluşmaktadır. Çatışma bölgesine olan yakınlığı ile coğrafi olarak çok stratejik bir konumu haiz olan İncirlik Üssünün 24 Temmuz 2015te savaş ve savaş-dışı amaçlarla kullanılmak üzere koalisyona ait insanlı ve insansız hava araçlarına açılması, DAEŞin son dönemdeki kayıplarını hızlandırıcı bir etki yapmıştır. Türkiye 24 Ağustos 2015te resmen koalisyonun bir üyesi olmuş, 28 Ağustosta da ilk ortak hava harekâtı gerçekleştirilmiştir. Ek olarak ABD ile beraber eğit-donat programı kapsamında Suriyede DAEŞe karşı savaşmak üzere ılımlı muhaliflere eğitim verilmiştir.
DAEŞ çeşitli dönemlerde Suriye sınırındaki Türk karakol bölgelerine yaklaşarak askerlere ateş açmış, iki askeri de kaçırmıştır. Örgüt tarafından aynı alanda düzenli olarak yapılan tacizler buna eklenmelidir. Yeni yıl ile birlikte DAEŞ, Türkiyeye Suriye topraklarından gerçekleştirdiği saldırı şeklini değiştirmiştir. Örgüt, 18 Ocak 2016 tarihinde ilk kez Kilise katyuşa füzeleri ile saldırmıştır. Bunu izleyen süreçte DAEŞ, aynı tipte saldırılarla Türkiyeyi sürekli hedef almış, bugüne kadar Kilise 50nin üzerinde füze atmış, 21 kişinin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Füze saldırılarının bu yoğunlukta ortaya çıkışı, Türkiyenin güneyinde aldığı önlemleri sıkılaştırmasının gerekliliğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda fırtına obüsleri ile örgüt mevzilerine atışlar devam etmiş, T-122 çok namlulu roketatar sistemleri de obüslere destek amacıyla sınır hattına getirilmiştir. Bunun yanında 90 km menzile sahip Yüksek Mobiliteli Topçu Roket Sistemlerinin (HIMARS) sınır hattına konuşlandırılması hususunda ABD ile anlaşmaya varılmıştır. Bu araçların yalnızca 1-5 Mayıs 2016 tarihleri arasında Suriyede 2 bin144 DAEŞ hedefini vurması top atışlarının ne kadar yoğun yapıldığını göstermesi bakımından dikkat çekmektedir. Öte yandan Türkiye, Suriye sınırında insansız hava araçları (İHA) ve insanlı keşif uçaklarının faaliyetlerinin yoğunluğunu artırmıştır. Bu doğrultuda hudut bölgesinin 7/24 gözetlenmesine devam edilmektedir. Bunun yanında koalisyona ait uçakların, Suriyenin 20-40 km içerisine kadar keşif, gözetleme ve istihbarat uçuşları icra edip DAEŞ unsurlarını kaynağında vurmaları sağlanmıştır.
Irakta ise Türkiye DAEŞle mücadele amacıyla yerel gruplardan kurulan gönüllü milislere ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Peşmergelerine askeri eğitim vermekte, çeşitli teçhizat yardımları yapmaktadır. Türkiyenin Irakta eğitim kampı olarak kullandığı Başikadaki Gedu Üs Bölgesine DAEŞ 6 kez saldırıda bulunmuştur. DAEŞin bu saldırılarında da çoğunlukla katyuşa füzeleri kullandığı görülmüştür, ancak örgütün son saldırısında anti-tank füzesi kullanması ve bölgedeki Türk tankının isabet alması tehlikeyi daha üst bir seviyeye taşımıştır. Türkiye, bu saldırılara karşı alandaki zırhlı birlikleriyle “misliyle yanıt” vermekte, yerel güçlerle beraber Musul çevresinde stratejik noktalarda operasyonlar yapmaktadır. Bu önlemler neticesinde Mayıs 2016 itibarıyla Suriyede 807, Irakta da 365 olmak üzere toplam bin 172 örgüt mensubu etkisiz hale getirilmiştir.
Yabancı terörist savaşçılarla mücadele ve sınır güvenliği
Türkiyenin YTS ile mücadelesi, dört aşamada alınan tedbirlere dayanmıştır. Birincisi, YTSlerin çıkış ülkesinin alması gereken tedbirlerden oluşan kaynak ülkede önlenme aşamasıdır. İkincisi, Türkiyenin uluslararası aktörlerle beraber oluşturduğu tahdit listesi (no-entry list-ülkeye girişi yasaklanan kişilerin listesi) doğrultusunda Türkiye tarafından hayata geçirilmiş Risk Analiz Birimleri tarafından tespit edilen şüphelilerin sınır dışı edilmesi ve buna yönelik bir listenin oluşturulmasıdır. Üçüncüsü, yurtiçinde yapılan emniyet operasyonlarıyla Türkiyeye bir şekilde giriş yapmış bulunan teröristlerin takibi ve yakalanma aşamasıdır. Dördüncü ve sonuncusu ise fiziki sınır güvenliğinin sağlamlaştırılarak Suriyeye geçmek üzere olan veya Suriyeden Türkiyeye geçmeye çalışan teröristlerin sınır hattında yakalanması aşamasıdır.
Kaynak ülkeler üzerine düşeni yapmıyor
Birinci aşama olan kaynak ülkede önleme, sorumlu ülkelerin konuya yeterince eğilmemelerinden dolayı zaman zaman ciddi sorunların yaşanmasına neden olmuştur. Burada karşılaşılan iki örnek olay, Türkiyenin YTS olma potansiyeli bulunan şahısları tespit edip geldikleri ülkeye geri gönderme işlemini yapmasına rağmen, kaynak ülkelerde bu şahısların oluşturduğu tehdidin yeterince dikkate alınmadığını göstermektedir. Birinci örnek olay, YTS olma niyetiyle Suriyeye gitmek üzere Türkiyeye doğru yola çıkan İsveç vatandaşı iki Müslüman gençle alakalıdır. Stockholmden yola çıkan iki şahsın bilgisi İsveç yetkili makamlarınca Türkiyeye bildirilmiş ve Türkiyenin bu iki şahsı durdurması talep edilmiştir. İki şahıs vardıkları İstanbul havalimanında geri dönüş biletleri olmaksızın ve yanlarında kamuflaj malzemeleriyle güvenlik görevlilerince yakalanmış ve gerekli işlemlerin ardından İsveçe geri gönderilmiştir. Ancak aynı iki İsveçli şahıs, 8 gün sonra Yunanistanın Kos Adasından botla yola çıkarak Türkiyeye deniz yoluyla giriş yapmaya teşebbüs etmiş ve Türkiyenin Ege kıyısındaki bir limanda güvenlik görevlilerince bir kere daha yakalanmıştır. Bu tür benzer olayların birbiri ardına ve yüzlerce kere tekrarlanması sebebiyle Türkiye tarafında, muhatabı olan kaynak ülkelere yönelik bir hayal kırıklığı ve tepki söz konusudur. Zira Türkiyeyi YTSnin Suriyeye geçişini kolaylaştırmakla suçlayan ve bu konuda üzerine düşeni yapmayan kaynak ülke yönetimleri, aynı zamanda bu şahısların Suriyeye geçişinin durdurulmasını talep eden ülke yönetimleridir.
İkinci örnek olay ise Brüksel Zaventem Havalimanı ve Maalbeek metro istasyonu bombalı saldırılarının faillerinden biri olan İbrahim El-Bekrewî ile alakalıdır. Brüksel saldırılarının hemen ardından yapılan incelemelerde El-Bekrewînin 11 Haziran 2015te Türkiyeye giriş yaptığı, 14 Haziran 2015te Gaziantepte polisin rutin kontrolü sırasında tespit edildiği ve 14 Temmuz 2015 tarihinde de İstanbul Atatürk Havalimanından Hollandaya gönderildiği ortaya çıkmıştır. El-Bekrewî, “yabancı savaşçı olduğuna dair polis şüphesi” üzerine sınır dışı edilirken hem Hollanda hem de Belçika otoriteleri bu şahsın “yabancı terörist savaşçı olduğu” uyarısını içeren bir notayla Türkiye tarafından bilgilendirilmiştir. Birinci örnek olaydaki İsveç vatandaşı şahısların durumuna benzer bir şekilde, El-Bekrewî de Temmuz 2015te sınır dışı edilmesinin ardından 11 Ağustos 2015te bu defa Antalya Havalimanından Türkiyeye tekrar girmeye teşebbüs etmiş ve 25 Ağustosta ikinci defa sınır dışı edilmiştir.
İki örnek olayda da YTS olma potansiyeli bulunan şahıslar Türkiyenin güvenlik mekanizmaları marifetiyle tespit edilerek ülkelerine geri gönderilmiş, ancak vatandaşları oldukları ülkelerin güvenlik mekanizmaları, bu şahısların oluşturduğu tehdidin boyutunu doğru analiz etmekte yetersiz kalmışlardır. Sonuç olarak karşımıza Türkiyenin, YTS olma potansiyeli bulunan şahısları farklı yollardan ülkeye girmeye çalışırken tekrar tekrar durdurup ülkelerine geri gönderdiği, ancak bu şahıslarla ilgili gerekli tedbirleri almayan kaynak ülkelerin YTS ile mücadelede bütün yükü Türkiyenin üzerine yıktığı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bu da, Türkiyenin kapasitesini aşan büyüklükteki bir olgu olan YTS ile mücadelede, ancak sınırlı ölçüde bir sonuç elde edilmesine sebep olmaktadır.
Devlet dışı aktörler ve asimetrik savaş
Sınır güvenliğine yönelik DAEŞ kaynaklı tehditler, örgütün Suriyeden Türkiyeye yönelik yarattığı riskler ile YTSlerin Suriyeye geçişlerinde Türkiyeyi hedef geçiş ülkesi olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Adam kaçırma, karakollara silahlı saldırı ve taciz, sınırdan silah ve mühimmat geçirme ve diğer illegal ekonomik faaliyetler, DAEŞin Türkiye sınırlarında oluşturduğu temel tehditlerin başında gelmektedir. Türkiyenin Suriye sınır güvenliğini sağlamasının önündeki en büyük engel, bu ülkeyle paylaştığı sınırın 911 kmlik uzunluğudur. Her ne kadar DAEŞ bu sınırın yaklaşık 100 kmlik bir bölümünü kontrol etse de sınırın kalan kısmının büyük bir bölümü, Türkiyeye karşı terör faaliyetleri içinde bulunan YPG/PKKnın elindedir. Dolayısıyla Türkiye, güney sınırını kendisine düşman iki devlet dışı aktöre karşı aynı anda korumak durumundadır. Bunun yanında bir diğer problem, Türkiyenin temel olarak kaçakçılık faaliyetlerine karşı oluşturulmuş sınır güvenliği mekanizmasının, son dönemde yukarıda bahsedilen asimetrik ve sofistike terör örgütlerinin faaliyetlerine maruz kalmış olmasıdır.
Sınır hattında gerçekleşen DAEŞ kaynaklı saldırılar ve illegal faaliyetlere bakıldığında, bunların büyük çoğunluğunun Kiliste gerçekleştiği, Gaziantepin de onu takip ettiği görülmektedir. Bu tehditlere karşı Türkiye, Suriye sınırındaki personelini artırmış, sınırda 300 milyon TL değerinde teknoloji yoğun ve personel tasarrufu sağlayan Fiziki Sınır Güvenliği sistemini hayata geçirmiştir. Devam eden bu projede sınır hattına beton duvarlar yerleştirilmesi, kafes tel çekilmesi, gözetleme uçuşu yapacak İHAlar ve Zeplinlerin intikali, aydınlatma sistemleri kurulumu, devriye yolu yapımı ve hendek kazımı gibi önlemler hayata geçirilmektedir. Alınan önlemler neticesinde 2016 yılında Suriye sınırında 388 DAEŞ ve 82 YPG/PKK mensubu terörist yakalanmıştır. Bunun yanı sıra alınan sınır güvenliği önlemleri sayesinde sınırdan yasa dışı geçiş yapmaya çalışan kişilerin sayısında ciddi bir düşüş yaşanmıştır. Ayrıca Türkiyenin giriş yasağı koyduğu kişi sayısı 38 bini aşmıştır. Ek olarak 7 bin 500ün üzerinde kişi de risk analiz gruplarınca sınırlarda çeşitli yöntemlerle kontrollerden geçirilmiş, 5 binden fazlası mülakata alınmıştır.
DAEŞin finansmanının engellenmesi
DAEŞle mücadelenin en önemli düzeylerinden birini de örgütün finansal kaynaklarının kesilmesi oluşturmaktadır. BM Genel Sekreterliği bünyesinde hazırlanan rapora göre DAEŞ, dünyanın en zengin terör örgütlerinin başında gelmektedir. Öte yandan ABD ve Türkiyenin eş başkanlığında hazırlanan DAEŞ Terör Örgütünün Finansmanı adlı rapora göre, örgütün zenginliğini oluşturan beş ana kaynak bulunmaktadır. Bunlar işgal ettiği topraklarda ele geçirdiği ve başta petrol ile doğal gaz olmak üzere ekonomik getirisi olan her türlü varlık, adam kaçırma yoluyla elde edilen fidyeler, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar üzerinden elde edilen yardım ve bağışlar, küresel iletişim ağlarının kullanılmasıyla gerçekleştirilen para akışları ve yabancı terörist savaşçılar eliyle edinilen paradan meydana gelmektedir.
Buna karşılık Türkiye, DAEŞin bankacılık sistemine eklemlenmesinin, YTSler aracılığıyla örgüte para akışının ve örgüt bağlantılı şahıslar aracılığıyla yapılan her türlü kaçakçılığın önlenmesi konularında çeşitli tedbirler uygulamaktadır. Türkiye 2013 Şubatında 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanunu yürürlüğe sokmuştur. Bu kanunla beraber BM Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Uluslararası Sözleşmenin hükümlerinin iç hukukla bağdaştırılması için Terörle Mücadele Kanununda düzenlemeler yapılması öngörülmüş, sadece Türkiyeye yönelik eylemlerle sınırlandırılmaksızın BM Sözleşmesinde yer alan eylemlere fon sağlanması ve toplanması, terörizmin finansmanı suçu olarak yeniden tanımlanmış, mal varlıklarının dondurulmasına dair her türlü işlem Maliye Bakanlığının yetki alanına bağlanmış, yabancı devletlerin ve Türkiyenin birbirlerinden terörizmi finanse eden kişi, kuruluş ve organizasyonların mal varlıklarının dondurulmasını talep edebilmeleri karşılıklılık esası ile hüküm altına alınmış ve son olarak BM kararlarıyla listelenen kişi, kuruluş veya organizasyonlara dair malvarlığının dondurulması kararlarının Bakanlar Kurulu kararıyla gecikmeksizin uygulanacağı belirtilmiştir.
Bunun yanında Türkiye, kaçakçılığa yönelik katı yaptırımlar ve cezalar getirmiş, sınır kontrollerini sıkılaştırmıştır. Bu mücadelenin neticesi olarak DAEŞin 1 milyon ila 3 milyon dolar arasında bir kayba uğradığı değerlendirilmektedir. Bu da günlük 10 bin ila 30 bin varil petrol kaybına tekabül etmektedir. TSK son 5 yılda sınırda 5.5 milyon litre kaçak akaryakıt, 4 ton esrar, 1.6 milyon adet uyuşturucu hapı ele geçirdiğini, 2014ten itibaren 387 km akaryakıt nakil borusunun tespit edilip imha edildiğini açıklamıştır. Bunun yanında emniyet güçlerinin akaryakıt kaçakçılarına yönelik 2015 yılında yaptıkları operasyonlarda 318 kişiye işlem yapılmış, 773 bin litre akaryakıt ele geçirilmiştir. YTS üzerinde para akışı konusunda ise Türkiye diğer ülkelerle özellikle istihbarat paylaşımının üzerinde durmuş, bu konuda çalışan Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) ile terör örgütlerine para transferinin önlenmesi amacıyla belirli ülkelerin mali istihbarat birimleri arasında çok taraflı bilgi paylaşımı ve işbirliğini öngören EGMONT arasındaki işbirliği artırılmıştır. Dahası son yıllarda DAEŞ ve El Kaide bağlantılı 247 kişi ve 74 kuruluşun mal varlığı dondurulmuştur.
Stratejik istihbarat paylaşımı şart
Bir bütün olarak ele alındığında 2013 yılından bu yanda Türkiyenin DAEŞ ile mücadele stratejisinin örgütün etkinliğinin azaltılması konusunda önemli bir etki ortaya çıkardığı görülmektedir. Türkiyenin genel olarak aşırıcı şiddetle mücadelede küresel ve ulusal politikalarının daha efektif olarak hayata geçirilmesi, özel olarak da DAEŞin Türkiyeye yönelik tehdidinin tamamen ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler vardır. Türkiyenin sınır güvenliği mimarisini dönüştürmesinin zaman alacak olması ve zor savunulur bir pozisyonda olması, DAEŞ ile mücadelesini güçleştirmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye DAEŞ ile mücadelede bölgesel ölçekte en önemli aktörlerden biridir. Bu nedenle DAEŞe yönelik mücadelede kapsamlı, kısa ve orta vadeli stratejilerin bütün aktörler tarafından ortak bir şekilde icra edilmesi hayati önemdedir. Bu konuda Avrupalı ülkelerin Türkiye ile stratejik istihbarat paylaşımını arttırmaları bir zorunluluktur. Dolayısıyla bu problemlerin ortadan kaldırılması hususunda uluslararası koalisyonla işbirliğinin ve ortak harekâtın artırılması kritik önem arz etmektedir. Ancak bu şekilde Türkiyenin yurtiçinde, sınırlarda ve yurtdışında DAEŞle mücadelesi yüzde yüz verimle gerçekleşebilecektir.
Bu yazı ilk olarak Anadolu Ajansı tarafından yayımlanmıştır.