Yorumlar

Doğal Bir Kültür Galerisi İran

Yanı başımızda olduğu halde tanımak için yeterli enstrümanlara sahip olamadığımızı hüzünle itiraf etmek zorunda kaldığımız gizemli ülke İran ve onun bol kültürlü kozmopolit toplumu, kendi Doğulu kimliğimize ağıt yaktıracak kadar çarpıcı ve egzotiktir... Bütün çelişkili özelliklerine rağmen bir “bütün” olmayı benimsemiş yetmiş milyonluk İran derken, toplumsal ruhunu oluşturan 1000 yıllık edebiyatının hayatın her alanına sızdığı, sokaklarında hala Hafız şiirlerinden falların açıldığı, duvarlarına Hayyam minyatürlerinin nakşedildiği, Şehname gibi Doğu edebiyatının en önemli epope eserinin birçok kişi tarafından adeta ezberlendiği, her hafta bir mahfilde Sadi ve Mevlana günlerinin tertiplendiği, en basit ilçelerinde dahi sinema, fotoğraf, resim, hat, musiki ve diğer sanat dallarına ait kursların bulunduğu, meydan ve refüjlerdeki heykel sayılarının dudak uçurtacak kadar bol olduğu, edebiyatından kopmak bir yana en basit şoförünün bile yaklaşık yüz beyit şiiri ezbere bildiği bir ülkeden söz ediyoruz. Çinilerinden hatlarına, minyatüründen sürrealist resimlerine kadar sanatın her dalının adım adım hissedildiği, Şubat devriminden sonra oluşturduğu kendine özgü sinemasıyla başarıdan başarıya koşan, toplumsal ve kültürel dinamizmini 2500 yıllık medeniyete borçlu olan İranı doğru okuyabilmek ve o ülkenin zengin kültür dokusunu görebilmek için evvela medyatik gözlükleri bir kenara bırakarak, gerçeklerin somut karakteristik yapısına bakmak gerekir.

Bugün Şii İslamı ile bütünleşmiş geleneksel molla hiyerarşisinin muganlara –Zerdüşt din adamları- kadar uzanan felsefi yaşam arenası olan bu ülkede, sanat ve sanatçıya verilen paha biçilmez değer olmasaydı, karşımızda Araplaşarak, geçmişinden kopan –Mısır Kıptileri örneğinde olduğu gibi- ve sadece İslam medeniyetine katkı sunabilen bir İran olurdu. Tarihin her safhasında yabancı konuklarını –Araplar ve Moğollar gibi- köklü kültürüyle kendi içerisinde eritmeyi başarmış bu ülke bugün tüm bilinmezliğine rağmen, gidip görenler için “kazın ayağı hiçte öyle değilmiş” dedirten ender ülkelerden birisidir. Bu ülkenin, sadece Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamukun “rejime karşı anarşist sürücülerin bir tür sessiz protestosudur” dediği trafik keşmekeşliğinden ibaret olmadığı, 15 gün içerisinde uluslararası kitap fuarını ziyaret eden dört buçuk milyonluk ziyaretçi sayısından belli olsa gerek. Yaşar Kemal, Aziz nesin, Nazım hikmet, Sait Faik okuyucularının öyle yabana atılır cinsten az olmadığı İslami(!) İran, Doğunun ve Asyanın en kültürlü ülkelerinden birisidir. Tarkosky, Nuri Bilge Ceylan gibi sanatsal yönü bulunan filmlerin bile ülkedeki görsel yayıncılığı tekelinde bulunduran devlet televizyonları tarafından gösterildiği ve sinema eleştirmenlerince tartışıldığı ortamların olduğu İranda, pandomima, sokak tiyatrosu, gibi sanatlar dâhil olmak üzere –bale hariç- her türlü kültürel ve sanatsal aktivite akademik olarak verilmektedir. Sinema sektöründe olduğu gibi sanatın her alanında ciddi bir devlet desteği vardır.

2000 yıllık Buda heykellerini yerle bir eden Taliban zihniyetinin aksine İranda heykeltıraşçılık bayağı iyi bir konumdadır. Çağdaş İran edebiyatında çok seslilik göze çarpan en belirgin özelliklerden birisidir, bunun yanı sıra özellikle son yıllarda Batı orijinli kitapların tercümesinde gözle görülür bir artış vardır. Geleneğin halk arasında konuşulan dilden, insan ilişkilerine kadar korunarak geldiği ve toplumda gizli bir omurga oluşturduğu İranda her sene Şubatın birinden on ikisine kadar süren Uluslararası Film ve Müzik Festivalleri düzenlenir. Çok renksiz ve insanın içini karartan modern İran mimarisinin yanı sıra kendine özgün mimari dokusunu bugünlere kadar taşımayı becermiş ihtişamlı yapılar adeta bir İslami-Sasani sentezi taşımaktadır. Bu ihtişamlı yapıların arasında müzelerin çokluğu dikkate değerdir.

Halkının büyük bir bölümünün Doğuya has bir tevekkülle yaşamlarına devam ettiği İran da özellikle genç kızlar travmatik hayatlarını bir nebze olsun unutabilmek için Anahita Mabedinin solgun yüzlü bakireleri gibi kendilerini kültür ve sanat merkezlerine atarak bir anlamda deşarj olmaya çalışırlar. Bu tür sanat atölyeleri, onları aşağılık kompleksine kadar vardıran Garp tutkularını yenmek için Keman, piyano, viyolonsel ve kontrbas gibi Batının müzik enstrümanlarını öğrenmeye itmiştir. Ülkenin her yerinde rastlanan bina resimleri –gâh insan resmi gâh doğa ve tabiat- koca memleketi adeta bir açık hava resim galerisine dönüştürmüştür… İran'da ki yaygın ayna işlemeciliğinin –özellikle kutsal yatırlardaki- bile Zerdüşt öğretisindeki Gor –öteki sonsuz dünya- inancından geldiğini düşünecek olursak buradaki kültürün dayandığı kesintisiz muazzam medeniyetin nasıl olduğunu anlarız.

İran'da sanata oldukça romantik yaklaşılır, bu özelliğinden olsa gerek İranlılar arasında; “sanat sadece bizdedir” gibi ulusalcılığa kapı aralayan söylemler türemiştir. Özellikle meşrutiyet döneminde temeli atılmaya başlayan nasyonalist edebiyat, Melik-ül Şuara Bahardan Füruğ Ferruhzada kadar -ey şanlı vatan şiirinde olduğu gibi- birçok sanatçıyı dahi bu hastalığa bulaştırmıştır. Felsefeyi Platondan Farabi ve İbni Sinaya aksettirmiş İran kültürünün, Henry Corbin ve Nietzsche okuyucusu Heideggerci mevcut molla rejimi bile kâğıda subsit uygulayarak okumayı teşvik etmektedir. 200 sayfalık bir kitabın ortalama fiyatının 6–7 TL olduğu İranın zengin kültür- sanat galerisiyle tanışmak, coğrafik olarak yakın ama ruh olarak uzak kaldığımız bu diyarları yeniden keşfetmek için bizleri Michel Foucaultun epistemolojik açılımını tekrar gözden geçirmeye zorluyor…