Yorumlar

Suriye Trajedisi ve Türkiye’nin Pozisyonu

Suriye isyanı altıncı yılına girdi. 2011 yılının Mart ayında Derada 15 çocuğun duvarlara rejim karşıtı sloganlar yazmaları sonucu gözaltına alınmaları isyan fitilini ateşlemişti. Bu olaydan yaklaşık iki hafta sonra çocukların serbest bırakılmasını isteyen göstericilerin üzerine ateş açılması Baas rejiminin bundan sonraki tavının ne olacağını göstermişti. Ancak buna rağmen isyan dalgası giderek büyüdü. Halk ülkenin her yerinde özgürlük ve adalet talebiyle sokağa döküldü ve değişim istedi. Tunusta ve Mısırda onlarca yıldır halklarının en temel haklarını kısıtlayan diktatörlerin kolayca yıkılması onları da heyecanlandırmıştı. 40 yılı aşkın süredir iktidarda olan Esed ailesinin ve Baas diktatörlüğünün de aynı şekilde yıkılabileceğini, en azından demokrasiye geçişe zorlanabileceğini düşünüyorlardı. Zamanın ruhu “devrim”e işaret ediyordu ve Zeynel Abidin bin Ali ile Hüsnü Mübarekin gidişi Tunus ve Mısır halklarının bunu başardığını gösteriyordu.

Suriye isyanının nasıl başladığının hatırlanması çok önemlidir. Çünkü her savaşta olduğu gibi, özellikle iç savaşlarda zamanla bütün taraflar kirleniyor. Savaşın tozu dumanı arasında ve karşılıklı olarak biriken kinin gölgesinde dışarıdan bakanların gözünde kimin haklı kimin haksız olduğu zamanla anlamını yitiriyor ve kimin ne için savaştığı da unutuluyor. O yüzden Suriye isyanının nasıl başladığı ve nasıl bu kirli savaşa evrildiğinin unutulmaması gerekiyor. Suriye isyanı, Tunus, Mısır ve Libyada yaşananları gören halkın artık özgür yaşama zamanının geldiğini düşünerek, bu özgürlüğü kendilerinden hep esirgeyen despotik bir yönetime başkaldırısıyla başladı. Sonra DAEŞ ortaya çıktı ve bu özgürlük savaşını kirletti. Bu kanlı örgüt Suriye iç savaşında en fazla zararı ılımlı Suriye muhalefetine vermesine rağmen, özellikle Batıda, Esed rejimine karşı mücadele eden bütün muhalifler “İslamcı savaşçılar” ortak paydası etrafında toplanmak suretiyle DAEŞ ile özdeşleştirilmeye çalışılmıştır.

Bu örgüt, Kobanide PKK/PYD kantonlarının devletleşmesi sürecine ve Palmirada Esed rejimine meşruiyet sağlarken, Rusyanın hava saldırılarıyla gerçekleştirdiği sivil katliamları ve İran ile Hizbullahın Suriyede Esed yönetimi yanında savaştırdığı askerleri hep DAEŞ gerekçesiyle meşrulaştırıldı. Kısacası DAEŞ, halkının özgürlük ve adalet taleplerine varil bombaları ve kimyasal silahlarla cevap veren Esed yönetimi ve ona destek veren bütün aktörlerin Suriyede gerçekleştirdikleri insanlık suçlarının meşruiyet kaynağı olurken, 40 yıllık bu diktatörlüğe karşı çıkan ılımlı Suriye muhalefetini “desteklenmeye değer alternatif” olmaktan çıkaran bir kirletme mekanizmasına dönüşmüştür.

DAEŞin, inşa ettiği yeni “İslamcı” algısıyla bu kimliğe verdiği zarar, sadece Suriyedeki “İslamcı muhalefet”in Esed-Rusya-İran-Hizbullah ekseninin insafına terk edilmesiyle sınırlı kalmamıştır. Başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın her yerinde “İslamcılar”ı kendi çıkarları, iktidarları ve düzenleri için tehdit olarak gören bütün aktörler, DAEŞin kendilerine sunduğu bu altın fırsatı değerlendirmek için harekete geçtiler. Bunun için yapılması gereken tek şey, DAEŞ ile paydaları eşitleyip kendi İslamcını yok etme işlemiydi. Bu işlem çerçevesinde yok etme eylemine tabi tutulmak istenen Müslüman Kardeşlerin veya Hamasın DAEŞ ile aynı anlayışa sahip olmadığının, hatta aslında DAEŞin panzehiri olarak görülmeleri gerektiğinin hiçbir önemi yoktu. Formül basitti: “İslamcı” paydasında eşitle, şeytanlaştır ve yok et! Aynı formülle Türkiyedeki iktidara da saldırıldığı ve DAEŞ ile işbirliği içerisindeymiş gibi gösterilmek suretiyle iç ve dış politikada sınırlandırılmaya çalışıldığı hatırlanırsa bu yöntemin ne kadar etkili bir şekilde kullanıldığı daha iyi anlaşılır.

İşte, Suriyede çatışmalarının başından beri Esed yönetimine karşı olduğunu açıklayan Amerikan yönetiminin, bir türlü “kafasına uygun desteklenecek muhalefet” bulamayıp Esed yönetimini desteklemekten vaz geçmesi ve bütün dikkatini DAEŞ ile mücadele bahanesiyle PYD/PKKyı desteklemeye vermesinin nedeni de bu “İslamcı” paydasıdır. Elbette istihbarat kurumlarının finansal imkânları dünyadaki 100den fazla ülkenin bütçesinden daha fazla olan ABD, Suriyedeki ılımlı İslamcı muhaliflerin DAEŞ ile aynı düşünceye sahip olmadığını ve bu örgüte karşı savaştıklarını biliyor. Bu durumda Washington yönetiminin, geçici bir fenomen ve kullanışlı bir araç olan DAEŞi mi yoksa Esed rejimine gerçek bir alternatif oluşturan ılımlı İslamcı muhalifleri mi asıl tehdit olarak gördüğü sorusu önem kazanıyor. Mısırdaki Sisi Darbesi sırasındaki tavrı gösterdi ki, Amerikan yönetimi Ortadoğuda ılımlı da olsa İslamcı bir iktidar istemiyor. Bunun Suriyeye yansıması, Esed rejimine kabul edilebilir “seküler” bir alternatif bulunana kadar ABDnin bu yönetimin devrilmesi için çaba sarf etmeyeceği şeklinde tezahür etmektedir. Washingtonun bu politikasını ciddi şekilde etkileyecek en önemli konu, Rusyanın bölgedeki aktivitelerini sınırlı tutup tutmayacağı meselesidir.

Amerikan yönetiminin DAEŞi nasıl kullanışlı bir araç olarak değerlendirdiği konusuna gelince, Washingtonun özellikle bu örgüte karşı mücadele ettiği gerekçesiyle PYDye destek vermek suretiyle Türkiye üzerinde baskı kurduğu görülmektedir. Geçmişte de PKKyı Türkiyeye karşı “havuç ve sopa” politikasının bir aracı olarak kullanan ABD, bu örgütün Suriye kolunu destekleyerek Türkiyenin Amerikan çıkarlarıyla uyumsuz dış politika izlemesini engellemeye çalışmaktadır. 2000li yıllarda ekonomik ve askeri kapasitesini hızla artırması sonrasında Türkiyenin daha bağımsız politikalara yönelmesinin ABD ve diğer bazı Batılı devletleri rahatsız ettiği biliniyordu. 6-7 yıl önce yaşanan “eksen kayması” tartışmaları bu rahatsızlığın dışa vurumunu gösteren örneklerden biriydi. Bu nedenle Suriye sorunu çerçevesinde yaşanan istikrarsızlık ve bunun Türkiyeye yansımaları, ABD tarafından Ankaranın yeniden istenilen çizgiye çekilmesi için bir fırsat olarak görülüyor ve bu çerçevede DAEŞe karşı mücadele ve PYDnin desteklenmesi de araç olarak kullanılıyor.

Suriye konusunda Türkiyenin pozisyonuna gelince yapılması gereken ilk tespit, PKK/PYDnin Suriyenin kuzeyinde bir devlet ya da otonom yapı kurmasının önlenmesinin Ankaranın temel önceliğini oluşturduğudur. Aynı şekilde, Türkiyede çok sayıda terörist eylemler gerçekleştiren bir başka örgüt olan DAEŞin de önce Türkiye sınırından, ardından da bütün Suriye ve Ortadoğudan temizlenmesi Türkiyenin politikasının öncelikleri arasındadır. Her iki hedefe ulaşmak için Türkiye, bir yandan Suriye muhalefetiyle işbirliği yapmakta, bir yandan da kendisi yeri geldiğinde sınırdan PYD ve DAEŞ mevzilerine yönelik topçu saldırıları yapmaktadır. Cerablus-Azez hattının DAEŞten temizlenmesi için muhaliflerin buraya yerleşmeleri konusunda destek veren Ankara, Washington yönetimine de bu konuda çağrı yapmaktadır. ABDye, NATO çatısı altında sahip oldukları ittifak ilişkisini hatırlatan Türkiye, Washington yönetiminin bu ilişkinin gerektirdiği güvenlik dayanışmasını göstermesini ve PKK/PYD terörist örgütünü desteklemeyi bırakmasını istemektedir.

Türkiyenin Suriye politikasındaki hedeflerinden bir diğeri de, özgürlük ve adalet istedikleri için Esed yönetimi ve ona destek veren ülkelerin saldırılarına maruz kalan ılımlı muhaliflerin desteklenmesi ve Suriyede halka dayalı demokratik bir düzenin kurulmasıdır. Ülkede 5 yıldan beri yaşanan savaş ortamında içeriden ve dışarıdan sayısız aktörün kendi çıkarları için çatışmanın bir parçası olup ateşe benzin döktüğü bir dönemde hala Suriye isyanının nasıl başladığının ve bu isyanı başlatan halkın tek gayesinin özgürce yaşayacakları bir demokratik düzen kurulması olduğunun hatırlanması önemlidir. Bu özgürlük mücadelesini kirleten bütün gelişmelere rağmen, asıl amacı hala bu mücadeleyi vermek olan muhaliflerin desteklenmesi de ayrıca önem arz etmektedir. Türkiyenin bir yandan Suriyeli muhaliflerin haklı mücadelesine destek verirken, diğer yandan da, bölge ülkelerinin güvenlik kaygılarıyla izledikleri çatışma eksenli politikalarını sonlandırıp Suriye sorununa kalıcı bir çözüm bulmalarını sağlayacak işbirliğini geliştirmelerinin imkânlarını da araştırmaya devam etmesi önemlidir.

Bu yazı ilk olarak Kriter dergisinde yayınlanmıştır.