Yorumlar

DAEŞ’e Karşı Türkiye Kendi Yöntemini Geliştirmeli

DAEŞin Kilise yönelik saldırıları ve Türkiyeyi ziyaret eden Almanya Başbakanı Angela Merkelin açıklamalarıyla birlikte Suriye sınırında bir güvenli bölge oluşturulması yeniden yoğun şekilde konuşulmaya başlandı. Her iki gelişme üzerinden bakıldığında, konuşulan bu güvenli bölgenin iki gerekçesi olduğu görülmektedir. Merkel, daha önce defalarca gündeme geldiği gibi, Suriye içerisinde Türkiye sınırına bitişik bölgede oluşturulabilecek güvenli bölgeyi Suriyeli mültecilerin ülkelerinde kalmalarını sağlayacak bir adım olarak değerlendirmektedir. Buna karşılık Ankara açısından tartışma artık Suriyeli mülteci akınının kesilmesi ya da Türkiyedeki mültecilerin ülkelerine dönmelerini sağlayacak bir güvenli bölge oluşturmaktan çok, Türkiye sınırındaki bölgeleri kontrol eden DAEŞin bu bölgelerden Türkiyedeki şehirleri hedef alan saldırılarının durdurulmasına odaklanmıştır. Bu terör örgütünün mobil araçlar kullanmak suretiyle Kilis kent merkezini hedef alan roket ve bombalar atması sonucu Ocak ayından beri 17 sivilin hayatını kaybetmesi, hem Kiliste hem de Türkiyenin diğer bölgelerinde ciddi bir infiale yol açmış durumda.

Bir dönüm noktası

Herkes Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu tehlikeyi bertaraf edecek adımlar atmasını bekliyor. Bunun için de ne ABD ne de Avrupa ülkelerinin desteğinin ya da ne düşündüğünün artık önemi yok görünüyor. Çünkü Türkiye için sorun artık Suriye halkının korunmasına yönelik adımlar atmak safhasını geçmiş, doğrudan kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlamak boyutuna ulaşmıştır. Bundan dolayı Suriye iç savaşının başlamasından beri, Türkiyenin bu ülkeye kendi silahlı güçleriyle doğrudan müdahalesi konusunda önemli bir dönüm noktasına gelmiş bulunuyoruz. Daha önce Süleyman Şah Türbesi ve Karakolunun Suriye içlerinden Türkiye sınırına taşınması operasyonuyla çok kısa ve sınırlı bir şekilde Suriye topraklarına doğrudan müdahale eden Türkiye, angajman kuralları doğrultusunda sınıra yakın bölgelerdeki düşman olarak nitelendirilen bazı hedefleri vurmuş ve son olarak terör örgütü PKKnın Suriyedeki uzantısı olan PYD/YPGnin Afrinden doğuya doğru ilerlemesini engellemek için top atışlarıyla bu örgütün silahlı unsurlarını hedef almıştı. Ancak bütün bu eylemlerin hiçbirinde Türk askerleri Suriye topraklarında uzun süre kalmamıştı ve oradaki çatışmaların doğrudan tarafı olacak gelişmelerden uzak durmuştu. Şimdi yeniden konuşulmaya başlanan güvenli bölge kurulmasına yönelik atılabilecek adımların Türkiyeyi, bugüne kadar kaçındığı bu riski üstlenmek zorunda bırakıp bırakmayacağı cevaplanması gereken soru olarak durmaktadır.

Bu noktada, DAEŞ tarafından Kilise yönelik saldırılarla birlikte güvenli bölge meselesi yeniden konuşulmaya başlansa da Türkiyenin bu tehdidi bertaraf etmek için önünde ne tür seçenekler olduğuna bakmak faydalı olacaktır. Türkiye dışında ABD ve Avrupa ülkeleri gibi küresel güçlerin ve Rusya gibi Suriye sorununun doğrudan tarafı haline gelmiş olan bir ülkenin desteğine muhtaç ve dolayısıyla uygulanması çok zor olan bir güvenli bölge oluşturulması dışında başka yollar olup olmadığı da önemlidir. Bu nedenle önce Ankaranın başka hangi araçlarla DAEŞten kendisine yönelen bu tehdidi ortadan kaldırabileceğine bakalım. Aslında Türkiyenin, sınır ötesinden kendisine yönelen tehditler ve bunlara karşı mücadele konusunda oldukça tecrübeli bir ülke olduğunu hatırlamak gerekir. 1980li yıllardan itibaren özellikle Irak topraklarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin PKKya yönelik çok büyük sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirdiği, bu operasyonların bazılarında uzun süreler bu topraklarda kaldığı ve halen Kuzey Iraktaki PKK kamplarına karşı bu tür operasyonların yapıldığı bilinmektedir. Terör örgütünün Iraktaki varlığına karşı gerçekleştirilen bu operasyonlar, Türkiyenin Irakın kuzeyinde bir güvenli bölge kurmasını zorunlu kılmamakta, terörist hedeflerin imha edilmesine odaklanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Türkiyenin, Suriye sınırından gelen tehditlerle mücadele etmek için, uluslararası camianın desteği ya da onayı olmadan, Suriye topraklarında bir güvenli bölge oluşturması gerekmemektedir. Ankaranın bu tür bir girişime gerek kalmadan, sınırın ötesinden gelen saldırıların kaynağını bertaraf etmeye odaklanması gerekmektedir. Bu çerçevede, Kuzey Iraktaki operasyonlara benzer şekilde, saldırıların geldiği DAEŞ bölgesine kısa süreli kara operasyonları da artık atılabilecek adımlar arasındadır. Sınırı geçmeden yapılan topçu ve füze atışlarının bu tehdidi ortadan kaldırmaya yetmemesi durumunda bu türden sınır ötesi operasyonlar kaçınılmaz görünmektedir. Hatta Türkiyenin güvenli bölge oluşturmak amacıyla olmasa da DAEŞin elinden kurtaracağı topraklarda gerekli olduğu süre kadar asker bulundurmayı da hesaba katması gerekebilir. Çünkü kısa süreli operasyonlarla temizlenecek bu bölgelerde Türkiye tarafından desteklenen muhalif grupların kalıcı kontrolü sağlayamamaları DAEŞin buraları yeniden ele geçirmesi sonucunu doğurabilecektir. Benzer şekilde bu muhalif grupların zayıflığı PKK/PYDnin de bu bölgeleri kontrol etmesi riskini barındırmaktadır. Ankaranın bugüne kadar Suriyedeki çatışmalara doğrudan taraf olmaktan kaçınması rasyoneldi, ancak artık Türkiye bu çatışmanın aktörlerinden biri olan DAEŞ tarafından doğrudan hedef alınmaktadır ve bu saldırılar farklı bir politikayı gerekli kılmaktadır.

Irak örneği önümüzde

Güvenli bölge meselesine gelince, Türkiyenin uzun süredir Batılı müttefiklerini ikna etmeye çalıştığı bu konuda gerek ABDnin gerekse Avrupa ülkelerinin samimi bir politika izlemediği görülmektedir. Bu konudaki yaklaşımı başından beri olumsuz olan Obama yönetimi, güvenli bölgenin uygulanmasının çok zor olduğunu, oluşturulacak böyle bir bölgenin güvenliğinin sağlanmasının mümkün olmadığını her fırsatta dile getirmektedir. Ancak yine Irak örneğine bakıldığında, 1991 Savaşı sonrasında bu ülkenin kuzeyinde oluşturulan güvenli bölgenin güvenliğinin sağlanması için kara gücü bile gerekmediği hatırlanacaktır. İncirlik üssünde konuşlu olan Çekiç Güç misyonuna bağlı savaş uçaklarının kontrol uçuşları sayesinde Saddam Hüseyine bağlı güçlerin, bu bölgenin güvenliğini ihlal etmesi engellenmişti. O dönemde ABD, Saddam sonrası Irak için muhalefetin merkezi olarak düşündüğü Kuzey Irakta bir güvenli bölgeyi çok önemli gördüğünden bu uygulama mümkün olmuştu. Aynı ABD, Suriye konusunda kendi çıkarları açısından güvenli bölge uygulamasını gerekli görmüyor. Güvenli bölgenin gerekçesi mültecilerin korunması ve insan haklarıysa, Suriyede 1991 Irakına göre çok daha fazla güvenli bölge ihtiyacı söz konusudur.

Fransanın Paris saldırılarına kadar Türkiyenin bu önerisine destek verdiği ancak saldırılardan sonra desteğini kestiği görülmekte. Almanyanın ise, kendisi için büyük bir sorun olarak gördüğü mülteci meselesine çözüm olabileceği düşüncesiyle, güvenli bölgenin gerekliliği konusunda açıklamaları göze çarpmaktadır. Ancak Merkelin meseleyi “Cenevre görüşmelerinde alınacak karara” bağlaması, Almanyanın ABDnin desteği ve Rusyanın onayı olmadan böyle bir girişime somut destek vermeyeceği şeklinde anlaşılmalıdır. Bu durumda Türkiyenin DAEŞ tehdidi konusunda müttefiklerine güvenmek yerine kendi başının çaresine bakması gerekmektedir ki, Ankara bu durumun farkında gibi görünmektedir.

Bu yazı ilk olarak Star'da yayımlanmıştır.