Yorumlar

Batı ile Güvenlik Ortaklığımızın Geleceği

Suriye konusunda yapılan Cenevre görüşmelerinde bütün aktörlerin “terör” konusuna odaklandıkları görülüyor.  Ancak kimin “terörist” ve hangi eylemlerin “terör” olarak tanımlanacağı konusunda bir fikir birliğinin olduğundan bahsetmek mümkün görünmüyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupalı müttefiklerinin büyük çoğunluğu Suriye konusunda DAEŞe karşı mücadeleye odaklandıkları izlenimi veriyor. El-Kaidenin Suriye kolu olan Nusra Cephesi de bu ülkelerin terör listesinde ve Suriye politikalarının hedefleri arasında yer alıyor. Türkiyenin Suriye politikasında da özellikle son dönemde terör meselesi temel öncelikler arasına girmiş görünüyor. Yakın zamana kadar Esad yönetiminin yıkılmasına ve bu çerçevede muhaliflerin desteklenmesine odaklanan Ankara için artık PKKnın Suriyedeki uzantısı olan PYD/YPG ile mücadele etmek en önemli konu haline geldi. Benzer şekilde, giderek artan oranda Türkiyenin güvenliğini tehdit eden DAEŞe karşı mücadele de Türkiyenin Suriye politikasının ana hedeflerinden birini oluşturuyor. Rusya da Suriye savaşına katılmasını teröre karşı mücadele ile gerekçelendirmiş ve temel amacının, Batılı ülkeler gibi, DAEŞ ve Nusraya karşı savaşmak olduğunu ilan etmişti. Ancak bu ülkenin Suriyede gerçekleştirmiş olduğu saldırıların yoğunluğuna bakıldığında asıl hedefinin bu iki terör örgütü değil, Esad rejiminin devrilmesi ve Suriyede özgürlükçü ve demokratik bir düzen kurulması konusunda gerçek alternatif olan ılımlı muhalefetin ortadan kaldırılması olduğu görüldü. Moskova bu durumu, hedef aldığı ılımlı muhalifleri de terörist örgütler olarak ilan ederek açıklamaya çalışmaktadır. Bu politika İran ve Esad yönetiminin yaklaşımlarıyla da örtüşmekte, onlar da Suriyedeki bütün muhalifleri terörist olarak ilan etmektedirler.

Herkesin teröristi farklı

Bütün bu saydığımız aktörlerin Suriye politikalarında meşrulaştırıcı gerekçe olarak ileri sürdükleri “teröre karşı mücadele” tezi, aynı zamanda onların “terör tehdidi” konusundaki genel yaklaşımlarını da yansıtmaktadır. ABD ve Batılı ülkelerin çoğu DAEŞ ve Nusrayı terör örgütü olarak görürken PYD/YPGyi terörist olarak nitelendirmemekte, Rusya ve İran DAEŞ, Nusra ve diğer bütün muhalifleri terörist olarak tanımlarken PYD/YPGyi terör örgütü olarak değerlendirmemekte, Türkiye ise DAEŞ, Nusra ve PYD/YPGyi terör örgütleri olarak görürken kendi halkına saldırdığı için meşruiyetini kaybettiğini düşündüğü Esad rejimine karşı mücadele eden diğer muhaliflerin terörist olarak nitelendirilmesine karşı çıkmaktadır. Bu farklı bakışlar aslında uluslararası ilişkilerin tarihinden beri var olan bir gerçekliğe işaret etmekte, uluslararası sistemin aktörlerinin terör meselesine kendi siyasi anlayışları ve çıkar algıları doğrultusunda baktıklarını göstermektedir. Bu çerçevede “terör örgütleri”, her zaman insanlığa büyük zararlar veren bir tehdit olarak görülmemekte, bazı durumlarda bazı aktörler tarafından kullanışlı bir enstrüman olarak değerlendirilmektedir.

Yine uluslararası ilişkiler tarihi, terör konusunda bütün devletlerin ortak hareket etmediklerinin örnekleriyle doludur. Bunun temel nedenini, devletlerin temel güvenlik yaklaşımları arasındaki farklar oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Soğuk Savaş döneminden beri güvenlik politikaları uyuşmayan, birbirlerini düşman ve rakip olarak tanımlayan ABD ile Rusyanın terör örgütleri konusunda farklı tanımlamalar yapmaları, birbirlerine karşı mücadelede bu tür örgütleri de kullanmaları çok anlaşılmaz bir konu değildir. NATO ittifakının bir parçasını oluşturan Türkiyenin de bu konuda Rusya ile ciddi farklılıklar içerisinde olması anlaşılabilir bir durumdur.

Ancak terör bir güvenlik meselesi olduğu için, Türkiye ile ABD ve diğer Batılı müttefikleri arasında bu konuda ciddi ayrımların oluşması önemli bir soruna işaret etmektedir. Üyelerinin güvenliğine yönelecek tehditlere karşı ortak savunma anlayışıyla kurulmuş olan NATOnun üyeleri arasında terör gibi önemli bir güvenlik meselesi hakkında ortak bir yaklaşımın olmaması, bu ittifakın Türkiye açısından anlamının sorgulanması sonucunu doğurmaktadır. Özellikle Soğuk Savaş sonrasında NATOnun klasik savunma doktrinini revize edip küresel teröre karşı mücadeleyi, ittifak politikasının merkezine yerleştirdiği düşünüldüğünde, bu konuda Batılı ülkelerin neden Türkiye ile gerekli dayanışmayı göstermediklerini anlamak zorlaşmaktadır.

Çıkar odaklı realist tavır

Geçmişte kendileri terörist saldırı tehdidi olmadıkları dönemlerde Türkiyeye zarar veren terörist faaliyetler konusundaki ilgisiz tutumları belki siyasetin çıkar odaklı realist yüzüyle açıklanabilirdi. Ancak şimdi kendileri de terörizmin tehdidi altındayken halen daha kendilerini tehdit eden teröristleri kötü görürken Türkiye için tehdit oluşturduğu şüphe götürmeyen teröristlere “anlayışla” bakmaları ve hatta onlarla işbirliği yapmaları rasyonel gerekçelerle anlaşılacak bir durum değildir. Şüphesiz bu ülkeler içerisinde PKK/PYDyi halen daha Türkiyenin iç ve dış politikasını yönlendirmelerini kolaylaştıran faydalı bir araç olarak görenler vardır, ancak bu örgütün Ankarada gerçekleştirmiş olduğu sivilleri hedef alan kanlı saldırılara rağmen PYD ile işbirliği yapmaya devam edeceklerini ısrarla vurgulamaları, Türkiyede haklı olarak büyük bir öfkeye yol açıyor. Siyasetçiler bunu açık olarak dile getirmese de halk içerisinden çok sayıda kişi, “Batılı “müttefiklerimiz” Türkiyeyi kana bulayan terör örgütünün Suriyedeki uzantılarına bu açık desteği verirken, Türkiye neden Avrupa ve Amerikayı tehdit eden terör konusunda onlarla işbirliği yapıyor?” sorusunu sormaya başladı. Bu soruların yoğunlaşması ve geniş kitleler tarafından paylaşılması Türkiye ile Batılı ülkeler arasında kurulan ittifakı ciddi sarsıntıya uğratacak sorunlara yol açacaktır.

Türkiye yönetimi, Batılı ortaklarının bu çelişkili politikalarına rağmen terörizme karşı işbirliği konusunda onlarla birlikte hareket etmeye devam ediyor. Ancak İstanbul, Ankara ve Suruçta gerçekleşen terör eylemleri Türkiyenin teröre karşı politikasını ve bu konuda Batılı müttefiklerinden taleplerini de netleştirdi. Türkiyenin bu taleplerinin karşılanmaması durumunda Ankaranın bu işbirliğini sürdürmesinin daha ne kadar mümkün olacağını ise kestirmek güç görünüyor. Artık Batılı “müttefiklerinin” Türkiyenin terör konusundaki kaygılarını anlayıp PKK/PYD konusundaki politikalarını ona göre değiştirmelerinin zamanı geldi. Brüksel saldırıları da bu değişikliği sağlayamayacaksa, Türkiyenin Batı ile güvenlik ortaklığından daha ne kadar bahsedilebilir?

Bu yazı ilk olarak Star'da yayımlanmıştır.