Yorumlar
Ortadoğu’da Keskinleşen Kutuplaşma ve Bölgesel İstikrarsızlık
Son birkaç yıldır Ortadoğu; git gide istikrarın bozulduğu, anlaşmazlık ve çatışmaların daha yoğun yaşandığı bir kargaşa ortamına dönüştü. Bu istikrarsızlık ve güvensizlik koşulları altında bölge devletleri ise; kendi güvenliklerini garanti altına almak ve ortaya çıkan tehditlerden en az zararla kurtulmak amacıyla daha fazla mesai harcamak zorunda kaldılar. Ancak beliren ciddi güvenlik sorunları karşısında bölgedeki hükümetlerin zayıf kalmaları ve bunların üstesinden yalnız başlarına gelememeleri yeni ittifakları gerekli kılmaktadır. Bölge devletleri arasında zorunlu hale gelen askeri işbirlikleri ise Ortadoğuda başka bir bölgesel soruna yol açmaktadır; giderek keskinleşen kutuplaşma. Dolayısıyla son zamanlarda görünürlüğünü bir hayli artıran bölgesel ittifak girişimleri ve bunları mümkün kılan bölgesel denklemler ayrı bir önem kazanmaktadır. O halde karşımıza cevap arayan şu sorular çıkıyor: Bölgesel kutuplaşmayı doğuran faktörler ve bu kutuplaşmanın yol açacağı muhtemel sorunlar nelerdir? Bölgesel istikrarın geleceği nedir? Yine bu çerçevede bölgesel kutuplaşma kimler arasında gerçekleşmektedir?
Bugün itibariyle Ortadoğuda devletlerin kabaca iki karşıt blok şeklinde kümelenmesinin asıl nedeni bölgesel güç dengesinin değişmesidir. Bölgesel güç dengesini değiştiren temel değişken ise ABDnin Ortadoğuda takip ettiği “ana (grand) stratejide” değişikliğe gitmesidir. Soğuk Savaşın sona ermesiyle uluslararası politikada tek süper güç olarak ABD kalmıştır. Tek kutuplu sistemde ABD, Ortadoğuda askeri ve siyasi hâkimiyetini artıran “hegemonik stratejiyi” uygulamış ve 1990-91 Körfez Savaşıyla bölgeye askeri olarak yerleşerek bölgesel hâkimiyetini kurmuştur. Bu durum, uygulamaya konulan ana (grand) strateji uyarınca ABDnin Ortadoğuda bölgesel güç dengesini değiştirme çabası içerisine giren devletleri caydırma ve engelleme noktasında doğrudan müdahil olması anlamına geliyordu. Körfez Savaşı, 1990lardaki İran ve Iraka karşı “çifte sütun politikası” ve 2003 Irak İşgali bu stratejinin çıktılarıydı.
Ancak Obama yönetimiyle birlikte, Soğuk Savaşın sona ermesinden bu yana ABDnin Ortadoğuda uyguladığı ana (grand) strateji değişikliğe uğradı. Bu yeni dönemde Washingtonun bölgedeki çıkarlarını gözeteceğini ve daha az maliyetli olduğunu düşündüğü yeni ana (grand) strateji ise “kıta-ötesi dengeleme” (offshore balancing)dir. Bu yeni strateji uyarınca ABD, kendi güvenliğini ve nispi gücünü tehlikeye atacak bölgesel bir hegemon güç çıkmadığı takdirde Ortadoğu meseleleriyle doğrudan ilgilenmeyecektir. “Kıta-ötesi dengeleme”de birinci ve öncelikli hedef Ortadoğuda muhtemel bir bölgesel hegemonun hâkimiyet kurmasına engel olmaktır. İkinci olarak, bu strateji devreye sokulduğunda ortaya derhal doldurulmayı bekleyen ciddi bir güç boşluğu çıkmaktadır. Bu sayede diğer büyük güçler ve bölgesel güçler kendi aralarında girecekleri güç ve nüfuz rekabeti sonucunda enerji harcamalarıyla ABD kendi göreli gücünü korumuş olacaktır. Ayrıca ABD üçüncü olarak, kendisine ekonomik ve askeri maliyetler getiren gereksiz savaşlardan (Yemen ve Suriye müdahaleleri) da kurtulmuş olacaktır. Üstelik Ortadoğuya askeri ve ekonomik bakımdan daha az enerji harcayarak ulusal çıkarlarını (muhtemel bölgesel hegemonu engelleme) korumuş olacaktır. ABDnin enerji konusunda dışarıya bağımlılığının olabildiğince azaldığı bir dönemde enerji zengini Ortadoğuda bu stratejiyi takip etmek daha kolay gözükmektedir.
ABDnin izlediği bu yeni stratejinin bölge dengeleri ve siyaseti açısından son derece önemli sonuçları söz konusudur. Bölge devletlerinin iki karşıt kutup şeklinde saflaşması ve bölgesel istikrarsızlık bununla yakından alakalıdır. Şöyle ki, ABDnin bölge üzerindeki hâkimiyeti ve bölgesel meselelerde doğrudan kendisinin sorumluluk yüklenmesinin olumlu yan etkisi bölgesel istikrarının korunmasıydı. Ancak ABDnin bu yeni stratejisinin ortaya çıkardığı güç ve güvenlik boşluğunda sadece bölgesel güçler değil (İran, Arabistan ve Türkiye), aynı zamanda bölge dışından büyük güçler de (Rusya gibi) Ortadoğuda söz konusu boşluğu kendi lehlerine doldurma rekabetine tutuştular. Bunun doğal sonucu ise Ortadoğuda bölgesel güç dengesinin değişmesi, bölgesel istikrarsızlık ve çatışmaların gün yüzüne çıkmasıdır.
Bu sebeple bölgesel güçler arasındaki rekabet ve düşmanlık giderek derinleşmektedir. Özellikle bölge dışından Rusya ve bölge içinden İranın hem de eşgüdüm halinde fırsatları değerlendirme çabaları Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ABDnin geleneksel müttefiklerini tedirgin etmektedir. Kendi başlarına söz konusu tehditlerle baş etme kapasitesinden yoksun olan bölgesel aktörler askeri işbirliğine gitme gereksinimi duydular. Diğer bir deyişle bölgede doğan boşlukları art arda dolduran Rusya, İran, Irak ve Suriye koalisyonu karşısında Suudi Arabistan ve Türkiyenin başı çektiği ve yaklaşık 34 ülkeden müteşekkil koalisyon karşıt denge olarak kuruldu. Ortadoğu güç dengesinin hali hazırdaki manzarası bundan ibarettir.
Bundan sonra bölge siyaseti nasıl bir seyir izleyecek diye bakıldığında artan Rusya-İran askeri varlığı bölge devletleri için ciddi güvenlik tehdidi oluşturmaktadır. Bunun önüne geçilmesi çabası (Suriyeye askeri müdahale) saflarını sıkılaştıran iki kutup arasında istenmeyen, ancak muhtemel gözüken çatışmaya dönüşebilir. Uygulamaya konduğunu düşündüğümüz yeni stratejinin yansımaları ekseninde bakıldığında hem Avrupa hem de Orta Asyada potansiyel hegemon olan Rusya enerjisini Ortadoğuda harcayarak yıpranmaktadır. Öte yandan ABD İran ile nükleer anlaşmayı imzalayarak İranın nükleer silaha sahip olup potansiyel bölgesel hegemona dönüşmesini engellemiş oldu. Nükleer silah yolunda ilerleyen ya da bunu elde etmiş olan bir İranla doğrudan ABD ilgilenmek zorundaydı. Ancak yapılan anlaşmayla İranın nükleer silaha ulaşmasının önü kesilmesi sonrasında konvansiyonel askeri kapasitesiyle bölgede nüfuzunu artırması karşısından ise ABDnin kendisi değil, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi güçler ilgilenmek zorunda kalmaktadır.
Nihai olarak yeni ana (grand) strateji açısından mevcut Ortadoğu denklemine bakıldığında ABDye ihtiyaç kalmadan her hangi bir gücün diğerleri pahasına bölge üzerinde tek başına hâkimiyet kuramayacağı yeni bir bölgesel düzen kurulmaya doğru gitmektedir. Ta ki Rusya ya da İranın beklenmedik bir şekilde aşırı yayılmalarının önüne geçilememesine kadar. Bu durumda ise ABD meseleye doğrudan müdahil olacaktır. ABD bunun da önüne geçmek için bu blokun dengelenebilmesi noktasında ağırlığını 34 üyeli İslam koalisyonundan yana kullanmaktadır.