Yorumlar

Daha Kaç Ateşkes Oyunu Göreceğiz?

Herkesin “kendi teröristini” dışarıda tutmaya çalışarak varmak istediği ateşkes bu görüşmeler sırasında da temel anlaşmazlık noktasını oluşturmuş ve Rusya-İran-Şam blokunun diplomatik çabalara bir şans vermek için ateşkese razı olmayıp terörist olarak gördükleri muhalifleri hedef alan hava saldırılarını yoğunluğunu artırarak sürdürmeleri görüşmelerinin başarısız olmasının temel nedeni olmuştu. Son dönemdeki başarıları sebebiyle savaşı cephede kazanacaklarına inanan Moskova-Tahran-Şam ekseni Cenevreye zaten zaman kazanmak için, muhaliflerin kabul etmesi imkansız taleplerle gelmişti. Onları bu konuda çok güvenli ve cesaretli yapan temel husus ise karşılarında kendileri gibi sağlam iradeye ve homojen hedeflere sahip bir blok görmemeleriydi.

Moskova ve Tahran kararlı bir şekilde, Esed yönetimini iktidarda tutmaya ve Baas Rejimi etrafında Suriyenin toprak bütünlüğünü adım adım tekrar sağlamaya odaklanmışken ve bunun insani maliyetinin ne olacağını hiç umursamayan bir politika izlerken, karşı tarafta yer alan aktörlerin Suriyenin geleceği ve insani krizin sonlandırılması konularında çok farklı tasavvurlara sahip olduğu görülüyor. Türkiye ile Batılı müttefiklerinin, PYDnin pozisyonu ve Cenevre Görüşmelerine katılıp katılmaması konusunda bile anlaşamayıp ciddi bir krizin içerisine sürüklenmesi “karşı cephe”de durumun ne kadar karmaşık olduğunu göstermiştir.

Açık bir şekilde Türkiyenin güvenliğine karşı silahlı mücadele veren ve Türkiyede bir iç savaş çıkarmaya çalışan terör örgütü PKKnın Suriyedeki kolu PYDnin ısrarlı bir şekilde ABD ve diğer Batılı ülkeler tarafından bir “müttefik” olarak görülmesi Ankarada büyük bir öfkeye yol açıyor. NATO çerçevesinde 60 yılı aşkın bir süredir kendi müttefiki olan ülkelerin, terör örgütü olarak tanımladıkları PKK ile bağlarını bildikleri PYDyi Suriyede bir müttefik olarak görmelerini Türkiye anlamakta zorlanıyor. Bu konunun anlaşılması için bazı soruları cevaplamak gerekiyor.

PYD neden vazgeçilmez!

Öncelikle, başta ABD olmak üzere bu ülkelerin, müttefikleri Türkiyeyi kızdırmak pahasına PYDye neden destek verdikleri sorusuna cevap vermek gerekiyor. Bunun iki nedeni olduğu söylenebilir. Birinci olarak, Suriyenin bütününe yönelik bir stratejiye sahip olmayan ABD ve müttefikleri kendilerine temel öncelik olarak DAEŞ ile mücadeleyi belirlemişler ve bu mücadelede kendilerine yardımcı olacak güvenebilecekleri aktör olarak “seküler” PYDyi görüyorlar. Bu örgütün Suriyede DAEŞe karşı kazandığı başarılar Batılı ülkeler açısından onu etkili bir partner haline getiriyor. Ülkedeki Esed yönetimi ve müttefiklerine karşı savaşan muhaliflerin büyük bir çoğunluğunu fazla “İslamcı” bulan ABD, daha önce Afganistan ve Irakta olduğu gibi, kendi çıkarlarıyla uyumlu yapay bir silahlı güç oluşturma çabası içerisindedir. Bu gücün, Suriyenin geleceğine yön verecek kadar toplumsal bir tabana sahip olmaması ve aslında Esed yönetimine karşı da olmaması Washington ve Batılı müttefikleri için çok önemli değildir. İlk aşamada DAEŞe karşı savaşta faydalı olması yeterlidir ve sonraki safhada, DAEŞin ortadan kaldırılmasının ardından Suriyenin geleceğinin şekillenmesinde bu silahlı gücün varlığını bir koz olarak kullanmak niyetindedir. Bu nedenle, özellikle Rusya-İran ekseninin desteğine sahip olan Şam yönetimine karşı PYDnin kontrolünü elinde tutmak istemektedir. Ancak Washingtonun bu planlarının farkında olan Moskova ve Tahran da Suriyede tesis etmek istedikleri düzene karşı ABDnin elindeki bu aracı ele geçirmek için girişimlere çoktan başladılar. Bu durum, yakın gelecekte PYD üzerinden yürütülen bir ABD-Rusya mücadelesine işaret ediyor. PYDnin bu mücadeleden nasıl etkileneceğini ise zaman gösterecek.

ABD ve diğer Batılı ülkelerin PYDye olan desteklerinin nedeni konusundaki ikinci açıklama ise bu ülkelerin PYD üzerinden Türkiyenin Ortadoğu politikalarına yön verme çabası olabilir. Uzun zamandır AK Parti iktidarının, Washington ve Brükselin çıkarlarını hesaba katmadan Ortadoğu politikasını şekillendirmesinden rahatsız olan bu ülkeler PYDye destek vermek suretiyle Ankarayı baskı altına almak ve hareket alanını sınırlandırmak istiyor. PYDnin güçlenmesi PKKnın da güçlenmesi anlamına geliyor ve Suriyede geniş bir alanı kontrol etmekten cesaret alan PKKnın Türkiyedeki Barış Sürecini sonlandırıp devlete karşı yeniden terörist eylemlere başlaması sonucunda, içeride kendi güvenlik sorunlarıyla uğraşan Türkiyenin dış politika alanındaki aktivitelerinin sınırlandırılması amaçlanıyor. Bu şekilde Ankarayı yeniden sıkı bir şekilde Batı eksenine sokup, itiraz etmeden Batılı ülkelerin politikalarına uyumlu hareket eden bir aktör haline getirmeye çalışan Washington yönetiminin bu politikasının, oldukça riskli bir yöntem olduğunu ifade etmek gerekir. Cumhurbaşkanı Erdoğanın “Ey Amerika! Size kaç kere söyledim. Siz bizimle mi berabersiniz yoksa bu terör örgütü PYD ve YPG ile mi berabersiniz?” şeklindeki sözleri bu politikanın Türkiyede doğurduğu etkiyi gösteriyor. Amerikan yönetiminin gerçekten de kendisine müttefik olarak Türkiyeyi mi yoksa PKK/PYDyi mi seçtiğine karar vermesi ve Ankarayı PYD üzerinden terbiye etmeye çalışan riskli politikasına son vermesi gerekiyor.

Washington yönetiminin ayrıca Suriyenin bütününe yönelik bir strateji geliştirip geliştirmeyeceği bu ülkedeki çatışmaların bundan sonraki yönünü belirleyecek temel faktör olacaktır. Obama yönetimi açısından, ilk aşamada Rusyanın bölgedeki etkinliğinin önlenmesinden daha çok DAEŞ sorununun çözülmesi önemli görünse de bu sorunun çözümünün de Suriye sorununun bütüncül çözümüne bağlı olduğu unutulmamalıdır. DAEŞe karşı yürütülen hava saldırıları bu tür örgütlerin sonunu getirmeyeceği gibi, Rusya, İran ve Esed yönetiminin sivil insanların hayatını hiçe sayan ve kalan şehirlerin de terk edilmesine yol açan yoğun saldırıları Suriyede radikalizmi daha da artırarak bu tür örgütlerin kendisini geliştirmesine elverişli zemin oluşturmaya devam edecektir.

Rusyanın nüfuz alanını genişletmesine göz yuman ve Suriye konusundaki politikasını DAEŞe karşı mücadele hedefiyle sınırlandıran ABD, Cenevre görüşmelerinde de bu hedefine uygun politika izlemiştir. Bu çerçevede bir yandan, DAEŞe karşı mücadelede müttefik olarak gördüğü PYDnin görüşmelere katılmasını sağlamaya çalışırken, diğer taraftan Rusya ve İranın görüşmeler boyunca muhalifleri ve sivilleri hedef alan saldırıları durdurması konusunda gerekli tavrı göstermemiştir. Bir taraftan şehirler bombalanırken yürütülen görüşmeler sonunda başarısız olmuş ve hiçbir sonuç elde edilemeden sonlandırılmıştır.

Riskli bir taktik

Cenevre görüşmeleri ve Suriyede son gelişmeler çerçevesinde PYDnin pozisyonuna bakıldığında ise ülkede yaşanan iç savaşta konjonktürü doğru okuyarak kendisini DAEŞ karşısında konumlandıran bu örgüt, Esed yönetimi konusundaki pozisyonunu da hem ABD hem de Rusyayı rahatsız etmeyecek şekilde belirlemiştir. Rusya ve İranı rahatsız etmeyecek şekilde Esedin karşısında yer almazken, Washingtonu rahatsız etmeyecek şekilde Şam yönetimine açık destek vermemiştir. ABD ve Batılı ülkeler, PYDnin bazı şehirlerde Esed yönetimi ile işbirliği yapmasını ise görmezden gelmişlerdir. PYDnin bu taktiğinin oldukça riskli olduğunu ifade etmek gerekir. Sırtını ABD, Rusya ve İrana dayayarak Sünni Arapların ve Türkiyenin tepkisini çekecek şekilde Suriye içerisinde oluşturduğu özerk bölgeler ne kadar kalıcı olacaktır? ABD ve Rusyanın arasında bir etkinlik mücadelesinin nesnesine dönüştüğünde PYD, nasıl bir tavır izleyecek, hangi tarafa yaklaşacaktır?

Bu soruların cevabı henüz bilinmiyor belki, ancak Ortadoğu bölgesi söz konusu olduğunda tarihsel tecrübelerle kesin olarak bilinen şey, küresel aktörlerin bölgede kendi çıkarları doğrultusunda dönemsel olarak kullandıkları araçları zamanı geldiğinde kolaylıkla değiştirdikleri gerçeğidir. Bu gerçek, gerek ABD ve gerekse Rusyanın, kendi çıkarları gerektirdiğinde PYDnin karşısındaki aktörlerle de işbirliği yaparak bu örgüte verdikleri desteği kesebileceklerini gösteriyor. Bu durumda PYD, söz konusu desteğe sahip olduğu dönemde aşırı şekilde rahatsız ettiği bölgesel aktörlerle karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle PYDnin, ABD ve Rusya gibi bölge dışı aktörlerin Ortadoğuda kalıcı olmayacağını, buna karşılık Türkiye gibi ülkelerin sürekli olarak bölge politikalarının şekillenmesinde etki olacağını bilerek hareket etmesi gerekmektedir.

Cenevre Görüşmelerinde Suriye iç savaşının bir süre daha sürmesine karar verildi. Zaten görüşmeler süresince Rusya-İran-Esed blokunun saldırılarının hiç durmaması, bu aktörlerin askeri yöntemlerle sorunu çözebileceklerine dair düşüncelerinin bir göstergesi olmuştur. Bu konuda haklı olup olmadıklarını muhaliflerin direnci, onlara destek veren ülkelerin tutumu ve ABD gibi Batılı ülkelerin bu blok karşısındaki pasif politikalarının devam edip etmemesi gösterecek. Bu süreç içerisinde daha kaç tane “ateşkes oyunu” göreceğimiz konusunda ise şimdiden bir yorum yapmak mümkün görünmüyor.

Bu yazı ilk olarak Star'da yayımlanmıştır.