Yorumlar

Körfez Bölgesinde Farklı Bir Ses: Umman

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi olan ve bölge ülkeleriyle ilişkilerini mümkün olduğunca iyi tutmaya çalışan Ummanı diğer Körfez ülkelerinden ayıran en önemli özelliği, bir taraftan komşu Arap ülkeleriyle ve Batıyla iş birliğini sürdürürken diğer taraftan İranla yakın ilişkilere sahip olmasıdır. Bu duruş, Ummanın bölgedeki krizlerde birçok kez arabulucu rolü üstlenmesine ve özellikle İran-Körfez ülkeleri ve İran-Batı arasında bir köprü işlevi görmesine imkan tanımıştır. Son dönemde İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bölgesel kutuplaşmada ise tarafsız pozisyonunu korumaya niyetli görünmektedir.

Son yıllarda bölgedeki faaliyetlerine baktığımızda Umman, nükleer müzakere sürecinde İranla Batı ülkeleri arasında gizli görüşmeler düzenleyen önemli bir arabulucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Suriye ve Yemende yaşanan krizlerde ise hem yerel hem de bölgesel aktörlerle bir araya gelerek diplomatik çözüm için ciddi çabalar sarf etmiş ve taraflar arasında iletişimi sağlayabilen sayılı ülkelerden biri haline gelmiştir. En son Şii lider Ayetullah Nimrin idamına tepki olarak Tahranda düzenlenen gösterilerde Suudi Arabistan elçilik binasının yakılmasıyla birlikte Suudi Arabistan ve birçok Körfez ülkesi İranla diplomatik ilişkilerini tamamen kestiğinde ya da temsilcilik seviyesini düşürdüğünde, Ummanın yine tarafsızlık politikasını sürdürdüğünü görüyoruz. Bu küçük Körfez ülkesi büyükelçiliğin yakılmasını ‘kabul edilemez olarak nitelemekle birlikte KİK üyesi olmasına rağmen İranla olan ilişkilerinde diplomatik anlamda herhangi bir değişikliğe gitmemiştir.

1970te Sultan Kâbûsun yönetime geçmesinden itibaren Umman; komşularıyla dostça ilişkiler kurma, düşman edinmeme, iki ülke arasındaki problemlerde ya da bölgesel ölçekteki krizlerde taraf olmama şeklinde tanımlanabilecek bir dış politika izlemektedir. Amerikanın bölgedeki önemli müttefiklerinden biri olmasının yanı sıra, komşuları İran ve Suudi Arabistanın her ikisiyle de ilişkilerini iyi tutarak bir taraftan gelebilecek tehlikeyi diğer tarafla dengelemeye çalışmaktadır. Diğer Körfez ülkelerinin aksine Umman, Tahranı bir tehdit olarak görmemekte, hatta Ortadoğudaki en etkili aktörlerden biri olan İranın bölgenin istikrarı için kendisiyle iş birliğine gidilmesi gereken kilit ülkelerden biri olduğunu düşünmektedir. Bu durum Ummanı Körfeze yabancılaştırmamış, bilakis Körfez bölgesinin istikrarı için komşularıyla sürekli iş birliği halinde olmuştur. Son dönemde Ummanın Ortadoğudaki krizlerdeki pozisyonunu uzun süredir sürdürdüğü bu dış politikasının ışığında yorumlamak gerekir.

Ummanın yakın tarihine baktığımızda bugünkü uzlaşmacı tavrının tarihsel bir arka planı olduğunu ve Sultan Kâbûsun istikrarlı bir şekilde bu “tarafsızlık vizyonu”nu sürdürdüğünü görebiliriz. 1970te babası Said b. Teymuru İngilizlerin yardımıyla tahttan indiren Kâbûs b. Said, yönetimi ele geçirdikten sonra babasının tecritçi dış politikasına son verip aktif bir dış politika izleyerek, çok boyutlu ilişkiler geliştirmeye özen göstermiştir. Ülkede iç istikrarı sağlamayı birincil öncelik olarak gören Sultan, bunu gerçekleştirmede bölgedeki güçlü komşularından elde edebileceği desteğin öneminin bilincindeydi. Bu bağlamda Basra Körfezinin karşı kıyısındaki İranla ilişkilerini geliştirmeye önem verdi ve buna karşılık olarak da ülkedeki Sovyet destekli Dofar İsyanının (1962-1976) bastırılmasında İran Şahından büyük destek gördü.

1979daki İran Devrimi ile birlikte başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri İranı, izlediği devrim ihracı politikasından dolayı kendileri için bir tehdit olarak görmeye başladı. Bu tehlike hem bölgede bulunan Şii azınlıkları harekete geçirme potansiyelinden hem de İslamcı hareketlere ilham olma ihtimalinden kaynaklanıyordu. İranda yaşanan rejim değişikliğini söz konusu ülkenin bir iç meselesi olarak gören Umman, İranın yayılmacı politikasından kendisine yönelik herhangi bir tehdit algılamadı. Bunun nedeni olarak; ülkede İranın etki edebileceği Şii nüfusun yok denecek kadar az olması gösterilebilirse de, İranın tarih boyunca ortak çıkarları korumak adına bu Körfez ülkesinin egemenliğine oldukça saygılı davrandığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Sonuç olarak bu iki ülke arasında devrim sonrası dönemde de yakın ilişkiler kaldığı yerden devam etmiştir.

1980-88 yılları arasındaki İran-Irak savaşı sırasında, Umman-İran ilişkisi -Ummanın savaşın ilk yıllarında Körfez ülkelerine yakın bir tutum sergilemesi nedeniyle- olumsuz yönde etkilense de, Umman bu süreç boyunca sorunun diplomatik yollarla çözülmesine yönelik girişimlerde bulundu. İranı boykota çağıran, diplomatik ve ekonomik alanlarda izolasyonunu öngören taleplere şiddetle karşı çıkarken, Irakın Umman topraklarında İrana yönelik herhangi bir askeri faaliyetine de müsaade etmedi. Bununla birlikte o dönemde Körfez ülkeleri hem İran İslam Devrimi hem de İran-Irak savaşından algıladıkları tehlikeye karşı bölgesel güvenliği sağlamak adına KİKi kurduklarında, bu birliğe katılmakta tereddüt etmedi. Ancak Ummanın başından beri KİKin İran karşıtı bir pozisyon almasını eleştirdiği görülmektedir.

8 yıllık uzun İran-Irak Savaşının ardından gelen Kuveytin işgali, Ortadoğuyu ve uluslararası alanı derinden etkileyen bir kriz olmuştur. Başta Suudi Arabistan olmak üzere diğer Körfez ülkeleri de Iraka askeri müdahale için oluşturulan ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyona katıldılar. Bu krizde Körfez ülkeleriyle aynı endişeleri paylaşan Umman, Iraka karşı yapılan askeri müdahaleyi destekledi, ayrıca Suudi Arabistan ve koalisyona katılan diğer Arap ülkeleri gibi topraklarını Amerikan askerlerine açtı. Bunlara rağmen hiçbir zaman Irakla diplomatik ilişkilerini kesmedi ve Irakın bölgesel siyasette dışlanmasının bölgenin istikrarı için doğru olmayacağını savundu. 1990lardan sonra İran ve Suudi Arabistan diplomatik ilişkilerini yeniden tesis ettiklerinde yine Ummanın iki ülke arasında iletişimi sağlamada önemli bir payı vardı.

Tarihsel sürecin de gösterdiği üzere Umman, çevresindeki Suudi Arabistan ve İran gibi güçlü komşularına ve Amerika ile müttefikliğine rağmen bağımsız bir dış politika izlemeyi başarmıştır. Bu durum onu Körfez ülkeleri içerisinde benzersiz bir konuma yerleştirmektedir. Bunda Sultan Kâbûsun vizyonunun yanı sıra, jeopolitik konumunun getirdiği avantajların da önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Dünya petrol ticaretinin büyük bir kısmının geçtiği Hürmüz Boğazına kıyısı bulunan Umman, hem Batı ülkeleri için hem de bölge ülkeleri için stratejik bir öneme sahiptir. Boğazın karşı kıyısında İranın bulunduğu hesaba katıldığında, neden bu küçük Körfez ülkesinin tarafsızlığını korumasının bölgeyle bağlantısı olan tüm ülkelerin lehine olduğu daha rahat anlaşılabilir.

Ummanın dış politikasının şekillenmesinde ve uzlaşmacı tavrında sosyal ve kültürel yapısının da önemli bir fonksiyonu vardır. Her şeyden önce, nüfusun büyük çoğunluğunun İbâdi olması, bölgedeki Şii-Sünni temelli mezhep çatışmalarının dışında kalabilmesine imkan sağlamıştır. Tarihsel olarak Hâriciliğe dayandırılan İbâdilik, İslam mezhepleri içerisinde Ehli Sünnet ve Şiadan farklı bir geleneği temsil etmekle birlikte, temelde Sünnilerden çok az noktalarda ayrışmaktadır. Hâricilikle ilişkilendirilmeyi reddeden mezhep mensuplarının da haklı olarak vurguladıkları gibi, Hâriciliğin dışlayıcı tavrından oldukça uzaktırlar. Zira ülkede çeşitli dini/mezhepsel ve etnik grupların uyum ve barış içinde yaşadığı gözlemlenmektedir. Halkının desteğini arkasına alan Sultan Kâbûsun tarafsız dış politika yaklaşımının ve ülkenin bölgedeki uzlaşmacı, barış yanlısı imajının Ummanlılar tarafından da büyük bir memnuniyetle sahiplenildiği anlaşılmaktadır.

Umman bugün, Arap devrimleriyle birlikte İran ile Suudi Arabistanın bölgede artan yayılmacı ve müdahaleci politikaları, buna bağlı olarak da bölge ülkelerini kendi taraflarına çekme çabalarına rağmen, her iki ülkeyle ilişkilerini sürdürme ve tarafsızlığını korumada kararlı görünmektedir. Bu süreçte kendisinin de üyesi olduğu KİKin diğer üyelerinden birçok konuda ayrı düşmeyi göze almış, örneğin Yemene yönelik Suudi Arabistan öncülüğündeki askeri müdahaleye katılmayı reddeden tek KİK ülkesi olmuştur. Ayrıca 2013te, İran yayılmacılığına karşı bir hamle olarak yorumlanan Suudi Arabistanın Körfez İşbirliği Konseyi'ni “Körfez Birliği”ne dönüştürme önerisini de kabul etmemiştir. Bu da bölgedeki kamplaşmalarda yer almak istemediğinin bir göstergesi olarak okunabilir. Bundan sonraki süreçte, Ortadoğunun içinde bulunduğu bu kaos ortamında, Umman için bir gelenek haline gelen tarafsızlık ilkesinin ne kadar sürdürülebilir olduğunu ise zaman gösterecektir.