Yorumlar

Libya’daki Anarşi Ortamının Bir Sonucu Olarak IŞİD

Ulusal siyaseti uluslararası siyasetten ayıran temel unsur ulusal siyasetin hiyerarşik şekillenmesidir. Hiyerarşinin zedelenmesi durumunda iç siyasette uluslararası siyaset gibi anarşik bir ortamda biçimlenmeye başlar. Güç kullanma tekelini elinde bulunduran bir üst yapının çökmesi gücün yeni aktörler arasında dağılım yaşamasına sebep olmaktadır. Başka bir ifade ile sistemi değişime uğratacak bir parçalanma sistemdeki düzenleyici ilkenin yeniden tanımlanması zaruriyetini doğuracaktır. Bu bağlamda kendi sınırları içerisinde güç kullanma tekelini elinde bulunduran üst yapı (devlet), farklı işlevsel özelliklere sahip kurumların bir araya gelmesi ve hiyerarşik bir düzen içinde hareket etmesi olarak tanımlanabilir. Güç kullanma tekelinde meydana gelecek değişim kurumların ve onların davranışlarının ortaya çıkardığı düzenin değişmesine ya da yıkılmasına neden olur. Bu yıkım sürecine 2011 yılında maruz kalan Libya, devrim sonrası üst otoritenin inşasını sağlayamamış ve çok aktörlü anarşik bir düzenle karşı karşıya kalmıştır. Kaddafi rejiminin ABD ve Fransa öncülüğünde kurulan koalisyon tarafından yıkılması sadece “otoriter” bir rejimin sona erdirilmesini değil aynı zamanda o rejimin üzerine inşa edildiği kurumların yok edilmesini beraberinde getirmiştir. Bu sürece Kaddafi rejiminin sonunu hızlandırmak için yerel aktörlerin silahlandırılması planı da eklenince ortaya çıkan yeni sistem hiyerarşiden ziyade anarşinin hâkim olduğu bir görünüm sergilemiştir.

Rejimin devrilmesinde başrol oynayan yerel aktörler devrim sonrası süreçte sahip oldukları pozisyonu ve kontrol ettikleri alanları korumak için birbirleriyle mücadele etmişlerdir. Bu mücadele yeni sistemin inşasını zorlaştırmış ve bu yöndeki girişimleri sonuçsuz bırakmıştır. Eski rejim yanlıları ise potansiyel düşman olarak algılanmaktan kurtulamamış ve sürekli bir dışlanma ile karşı karşıya kalmıştır. Politik ve askeri çatışma ortamı yeni sistem inşasını zorlaştırdığı gibi rekabet alanlarının ve aktör sayısının her geçen gün çoğalmasına neden olmuştur. Bir üst yapının kurulamaması aktörlerin güvenliklerini kendi çabalarıyla temin etmesini zorunlu kılmış ve onları bu ihtiyacı karşılamak için silahlanmaya ve sık sık değişime uğrayan ittifaklara yönlendirmiştir.

Güvenlik kaygısının had safhaya çıktığı bu konjonktür, kaotik ortamdan beslenen ve bu ortamda daha rahat söylem geliştirebilen radikal gruplara uygun zemin hazırlamıştır. Karşı karşıya kaldığı tablo göz önünde bulundurulduğunda Libya, radikal grupların türeyebildiği veya sığınabildiği elverişli bir ortam sağlamaktadır. Bu gruplardan biri olan IŞİD, Libyadaki güç boşluğundan yararlanarak 2015in ilk aylarında Sirteyi ele geçirdi. Bir yıllık süre zarfında Sirtedeki varlığını kökleştirme gayretine giren örgütün Libyadaki varlığı son dönemlerde petrol bölgelerine gerçekleştirdiği saldırılarla yeniden gündeme geldi.

BM Libya Özel Temsilcisi Martin Kobler geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada örgütün her geçen gün güçlendiğini ve savaşçı sayısının 3000-6500 arası olduğunu belirtti. 240 kmlik bir sahil şeridini kontrol eden örgüt, geçen ay bölgeye silah ve savaşçı sevkiyatı yaparak yayılmacı bir strateji izleyeceğinin sinyallerini vermişti. IŞİDin bu girişimleri beklendiği gibi komşusu olduğu ve Libyanın petrol üretiminin 2/3ünü karşılayan Ras Lanuf, es-Sidr ve Zuveytina petrol bölgelerine saldırı amacını taşıyordu. Zira örgüt Ocak ayı içerisinde karadan ve denizden bu bölgelere saldırılar gerçekleştirdi. Son saldırılarla birlikte “IŞİD neden Sirteyi seçti? Örgüt Libyada toplumsal desteğe sahip mi? Irak ve Suriyedeki gibi uluslararası koalisyonun bölgeye müdahale etmesi gerekir mi? Bu tehditle mücadele edecek yerel aktörler mevcut mu?” soruları üzerinden örgütün Libyadaki varlığı yeniden uluslararası kamuoyunun gündemine taşındı.

“IŞİD neden Sirteyi seçti?” sorusunun cevabı yine devrim sonrası süreçte aranmalıdır. Kaddafi kabilesinin ve rejim yanlılarını bulunduğu bir bölge olan Sirte devrim sonrası süreçte sürekli olarak baskı altında tutulmuş ve kentin bir kısmı göçe zorlanmıştır. Devrim esnasında her kentin irili ufaklı bir milis güce kavuşması göz önüne alındığında Sirtenin güvenliğini sağlayacak bir silahlı kuvvetten mahrum bırakılması kentin IŞİD tarafından kontrol edilmesini kolaylaştırmıştır. Yine Suriye ve Irakta olduğu gibi Libyada da devrim karşıtlarının IŞİDi bir intikam aracı olarak görmesi, başka bir ifade ile müşterek tehdit algısı Sirteyi IŞİD açısından cazip kılmıştır. Fakat bu cazibe IŞİDin bütünüyle bir toplumsal desteğe sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Her ne kadar örgüt propaganda amaçlı yayınladığı görsellerde modern devlet kurumlarının (kamusal ve sosyal) tesis edildiği ve Sirte halkının refah içinde yaşadığı iddiasını ön plana çıkarsa da savaşçı profiline bakıldığında genel itibariyle yabancılardan müteşekkil olduğu görülmektedir. Ebu Ubeyde el-Mısri adlı bir IŞİD militanının verdiği bilgilere göre örgütün %70ini yabancılar oluşturmaktadır. Bunlar arasında ise Tunus, Sudan, Mısır, Suriye ve Irak asıllı savaşçılar sayısal olarak öne çıkmaktadır. Yine örgütün gerçekleştirdiği eylemlere bakıldığında yabancı savaşçıların etkinliğinden bahsetmek mümkündür. Ras Lanuf ve es-Sidr petrol bölgelerine yapılan intihar saldırıları Sudan asıllı örgüt üyeleri tarafından gerçekleştirilmiştir. 50 kişinin ölümüyle sonuçlanan Zilten saldırısı yine Ebu Yakın adlı Tunuslu bir yabancı savaşçı tarafından gerçekleştirilmiştir. Örgütün bütünüyle toplumsal desteğe sahip olmadığı iddiası kentte kontrolü sağlamaya yönelik izlediği yöntemlerden hareketle de öne sürülebilir. Örgüt kentin önde gelen dini figürlerine yönelik suikastlar düzenleyerek muhalif söylemlerin oluşmasını engellemeye çalışmakta ve kente yönelik bir askeri operasyon gerçekleştirilmesi olasılığı nedeniyle göç etmek isteyenleri cezalandırmaktadır.

IŞİDin toplumsal desteğinin tartışılmasının yanı sıra örgütle ilgili gündeme gelen bir diğer önemli tartışma konusu ise Irak ve Suriyede IŞİDe karşı oluşturulan uluslararası koalisyonun Libyaya bir hava operasyonu yapıp yapmayacağıdır. Geçtiğimiz hafta Romada bir araya gelen koalisyon ülkeleri Libyaya yönelik olası operasyonu görüşmüş ve örgütün yakın takibe alınmasına karar vermişlerdir. ABDden yapılan açıklamada ise IŞİDin Libyadaki varlığının şuan için tehdit oluşturmadığı ve gerekli görüldüğü takdirde operasyonların Libyayı da kapsayacak şekilde genişletilebileceği belirtilmiştir. Yapılan açıklamada ayrıca IŞİD ile mücadelede yerel unsurların destekleneceği ifade edilmiştir.

IŞİDe yönelik uluslararası operasyon tartışmaları sürerken bu tartışmalar çerçevesinde bazı belirsizliklerin varlığına değinmek gerekir. Irak ve Suriyede gerçekleştirilen hava saldırılarının kazandırdığı tecrübeye binaen olası bir operasyonda Libyada hangi yerel aktör/aktörlerin IŞİDe karşı destekleneceği sorusu gündeme gelmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu çok aktörlü iç savaş ve bu iç savaşı sona erdirmeyi amaçlayan diyalog süreci göz önüne alındığında içerdeki dengeleri değiştirecek hamlelerin çözümsüzlüğü sürdüreceği aşikârdır. Hâlihazırda yereldeki aktörlerin bu tehditle mücadele sorumluluğunu birbirlerine yükleme gayreti mevcut şartlarla IŞİDin yerelde rakipsiz olduğunu göstermektedir. IŞİD ile girilecek bir yıpratma savaşının güç dengelerini değiştirme riskini içinde barındırması aktörleri böyle bir strateji izlemeye itmektedir. Dolayısıyla IŞİD ile mücadele edecek yerel unsurların gelecek kaygısı giderilmedikçe etkin bir stratejinin uygulanma olasılığı düşüktür.

Sonuç olarak Libyada “Cemahiriye” düzenini sona erdiren “devrim” anarşiyi beraberinde getirdi ve Libyayı çok aktörlü bir iç savaş sarmalına sürükledi. Güç kullanma tekelinin yeni aktörler arasında paylaşılması radikal unsurlar açısından elverişli bir ortam sunmaktaydı. Gücün dengeli dağılması düzensizliğe son vermeyi zorlaştırmakta, IŞİD ve benzeri radikal örgütlerle mücadeleyi belirsizleştirmektedir. Bu gruplarla mücadele edebilmek için ilk olarak hiyerarşik yapının yeniden tesis edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde IŞİD yerel aktörler arasındaki anlaşmazlıklardan ve güç dağılımından faydalanarak varlığını koruyacaktır.  Dolayısıyla hali hazırdaki iç siyasetin temel düzenleyici ilkesi olarak anarşi mevcudiyetini sürdürecektir.