Yorumlar

Suriye’de Yeni Dönem

Geçen hafta içerisinde yaşanan gelişmelerle birlikte Suriye iç savaşı artık yeni bir evreye girmiş oldu. Rusyanın Esad yönetimi yanında doğrudan çatışmalara dâhil olması Suriye sorununu artık iyice küresel aktörlerin sorunu haline getirdi. Artık Moskovanın bu hamlesine Amerika Birleşik Devletlerinin nasıl cevap vereceği meselenin bundan sonraki gelişimi açısından belirleyici olacak. Bu gelişmelerle birlikte Suriyenin geleceği ve aslında bu çerçevede Ortadoğu bölgesinin geleceği bölgesel aktörlerin değil küresel aktörlerin politikalarıyla şekillenecektir. Bu bölgesel aktörlerin kendi sorunlarını kendi inisiyatifleriyle çözemediklerinin açık bir göstergesi olmuştur. Daha önceki birçok meselede olduğu gibi, bölgesel aktörler Ortadoğudaki çatışmaların çözümü konusunda bir türlü işbirliği yapamadıkları için Suriye de Rusya ve ABD gibi aktörlerin küresel güç mücadelesi alanına dönüşmektedir.

Şimdi Rusyanın Suriye müdahalesinin kendisi, ABD, Ortadoğu bölgesi ve bizzat Suriyenin geleceği açısından ne anlam ifade ettiğine daha yakından bakalım. Önce Rusyanın Suriyedeki askeri varlığını artırıp Esad yönetiminin karşısındaki muhaliflere doğrudan saldırı düzenlemekle neyi amaçladığını ele alalım. Moskovanın Putin dönemiyle birlikte Sovyetler Birliğinin eski nüfuz bölgelerine geri dönmeye ve 1990lı yıllardaki güçsüzlüğü döneminde Batıya kaybettiği alanları geri kazanmaya çalışması yeni bir olgu değil. Bu konuda Rusya ile Batı arasında Gürcistan ve Ukrayna üzerinden yaşanan üstünlük mücadelesinin bu iki ülkenin parçalanmasına yol açtığı herkes tarafından biliniyor. Gürcistan Abhazya ve Güney Osetyayı kaybederken Ukrayna da Kırımı kaybetti ve Doğu Ukrayna üzerinde mücadele hala devam ediyor. Bu iki ülke konusunda Batı ile mücadeleden ve askeri müdahaleden çekinmeyen Putinin, bu rekabeti Baltık Cumhuriyetleri ve diğer Doğu Avrupa ülkeleri üzerinden yürütmekten kaçındığı görülmektedir. Rusyanın dünya politik sahnesine Sovyetler Birliği gibi bir güç olarak döndüğünü ispatlamak için, artık NATO ve AB üyesi olmuş bu ülkeler üzerinden atılacak adımlar Moskova için çok riskli olacaktır. Bu durum Putinin eski Sovyetler Birliğinin daha az riskli gördüğü nüfuz bölgelerine yönelmesine yol açmıştır.

Soğuk Savaş müttefiki

Suriye, Soğuk Savaş döneminde Moskovanın en sıkı müttefikiydi ve iki ülke arasında çok ileri bir askeri işbirliği söz konusuydu. 2011 yılından beri iç savaş yaşayan bu ülke, Putinin ülkesini eski “ihtişamlı” günlerine döndürme politikası konusunda oldukça iyi fırsatlar sunmaktaydı. ABDnin bu ülke konusundaki kararsız ve risk almaktan kaçınan politikası “kaplanlarla dans eden” ve”leopar kafesine giren” Moskovadaki “judocu”nun dikkatinden kaçmamıştır. Batının bu ikircikli politikası sayesinde Ortadoğuda aynı anda birçok cephede mücadele eden İranın bile tek başına Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye karşısında Şamdaki rejimi bu kadar uzun süre ayakta tutabildiğini gören Putin, Tahranın desteğinin artık yeterli olmadığını fark edince artık Suriyede daha etkin bir şekilde müdahil olma zamanının geldiğine karar vermiş gözüküyor. Risk almayı seven “judocu”nun aldığı bu riskin kendisi ve ülkesinin geleceği açısından ne gibi sonuçlar doğuracağını zaman gösterecek. Karşısında “Teksaslı bir kovboy” değil de “Hawaiili bir avukat”ın olması kendisini bu konuda cesaretlendirmiş olabilir.

Bu noktada Putin ve izlediği Suriye politikası açısından, karşısında “Teksaslı bir kovboy”un mu yoksa “Hawaiili bir avukat”ın mı olması daha tehlikelidir sorusunun sorulması da önemlidir. ABDde gelecek yıl yapılacak başkanlık seçimleri sonrasında Beyaz Sarayda yeniden “Teksaslı bir kovboy”un oturma ihtimalinin oldukça kuvvetli olduğu da bu sorunun cevabı verilirken ayrıca hatırlanmalıdır. Artık Asya-Pasifik bölgesine ağırlık vermek istediği için Ortadoğudaki varlığını azaltmaya çalışan Washingtonun, Suriye konusundaki politikasını DAEŞ ile mücadeleye indirgemesi, Rusya ve İran ile yakın ilişki içerisinde olan Esad rejiminin değişmesi konusunda isteksiz davranması ve Suudi Arabistan, Türkiye ve Katarın bu yöndeki politikasına muhaliflerin kendi istediği özelliklere sahip olmadığını gerekçe göstererek destek vermemesinin Putinin agresif Suriye politikasını cesaretlendirdiği bir gerçektir. Putinin son hamlesinden sonra, Asya-Pasifik bölgesine odaklanmak isteyen ABDnin, bu bölgedeki üstünlük mücadelesinde kendisine rakip olarak sadece Çin değil Rusyayı da görüp görmediğini ve aynı Rusyaya Suriye üzerinden Ortadoğuda bir cephe kaybetmeyi ne kadar göze alacağını zaman gösterecek. Çünkü Putinin agresif politikası gösteriyor ki, bu politikasında dirençle karşılaşmayan Rusya bir sonraki agresif adımını planlıyor ve harekete geçiyor. Ortadoğu açısından bakıldığında bu, Suriye hamlesinde başarılı olması durumunda Putinin bununla yetinmeyeceği ve bölgede kurmaya çalıştığı nüfuz alanını daha da genişletmek isteyeceği anlamına gelmektedir. Obama yönetiminin buna ne kadar tahammül edeceği, o tahammül etse bile Kongreye hakim olan Cumhuriyetçilerin bu konuda nasıl politika izleyecekleri ve ülkede etkin olan İsrail lobisinin tavrı da Suriyede bundan sonra yaşanacak gelişmeler konusunda etkili olacaktır.

Birleşmiş Milletlerde yapılan Obama-Putin görüşmesinde ve her iki ülkenin dışişleri bakanlarının gerçekleştirdiği toplantılarda, Amerikan yönetiminin her ne kadar Esadın gitmesi gerektiği konusunda ısrar etse de, asıl tehdit olarak gördüğü DAEŞe karşı mücadeleye odaklanma çerçevesinde Esadlı bir geçiş dönemine razı olduğu görülmektedir. Bu çerçevede Moskova ve Washingtonun Suriyede DAEŞe karşı mücadele çerçevesinde işbirliği yapabilecekleri ihtimalleri de konuşulmaya başlanmıştı. Ancak bu ihtimaller konuşulurken, Esad yönetimi ile DAEŞ arasında ciddi bir çatışmanın olmadığı ve hatta DAEŞin eylemlerinin çoğunun Esad yönetimine muhalif kesimleri hedef aldığı gerçeklerinden hareketle Rusyanın Suriyeye yerleşirken asıl hedefinin DAEŞ olmayacağı kuşkuları da dile getiriliyordu. Hafta içerisinde gerçekleştirilen Rus hava saldırılarının DAEŞten çok, aralarında ABD tarafından da desteklenen muhalif grupları hedef aldığı yönündeki haberler bu kuşkuların yersiz olmadığını gösterdi. Bu gelişmeler, Rusyanın Suriyedeki askeri varlığını artırırken asıl hedefinin Esad yönetimini ayakta tutmak ve bu çerçevede onun muhaliflerle savaşına destek vermek olduğu yönündeki düşünceleri doğruladı.

Bölgesel aktörler

Rusyanın bu politikasının ABD tarafından nasıl karşılanacağı merak konusuyken, bir yandan da bölge ülkelerinin bu yeni gelişmelerden nasıl etkileneceği ve nasıl tepki verecekleri konuşulmaya başlandı. İran ve ona yakın olan Hizbullah gibi bölgesel aktörlerin ilk etapta Rusyanın bu şekilde çatışmalara dahil olmasından memnunluk duymaları beklenebilir, ancak Putinin nüfuz alanını genişletme politikasının başarılı olması durumunda, bunun orta ve uzun vadede bu aktörlerin Suriye üzerindeki etkisini kıracağı da unutulmamalıdır. Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar gibi Esad yönetiminin devrilmesini isteyen ve bu çerçevede muhalifleri destekleyen aktörler açısından ise Moskovanın Suriyedeki askeri varlığını artırması çok önemli bir sorun oluşturmaktadır. Bu üç ülke ABD, İngiltere ve Fransa ile birlikte 2 Ekim Cuma günü yayınladıkları ortak bildiride, Rusyanın Hama, Humus ve İdlipte “sivil kayıplara sebep olan ve hedef olarak DAEŞı almayan saldırılarından derin kaygı duyduklarını” açıklayarak Moskovayı “gerilimi tırmandıran bu askeri faaliyetlere son verip DAEŞ ile mücadeleye odaklanmaya” çağırdılar.

Bazıları kısa vadede sevinse ve bazıları endişelense de, bölge ülkeleri açısından bakıldığında Rusyanın bu şekilde Suriyeye müdahil olması ve onun bu müdahalesinin ABD ve diğer Batı ülkelerinin Suriyeye olan ilgisini artırma ihtimali, yukarıda da ifade edildiği gibi, bölge ülkelerinin Suriyenin geleceği konusundaki etki imkanlarını daraltmaktadır. Artık Suriye tamamen küresel aktörler arasında bir üstünlük mücadelesi alanına dönüşmüştür ve bu sorunu bölgesel diyalog ve diplomasi ile çözme şansını kaçıran bölge ülkeleri kendilerine bu küresel güçler tarafından uygun görülen rolü oynamaya zorlanacaklardır. Bu küresel güçlerin, gerek kendileri gerekse bölgesel aktörler için uygun gördükleri rolleri planlarken esas olarak kendi çıkarlarını önceleyecekleri ve bu çerçevede geliştirecekleri politikaların bölgede daha ne kadar acı ve gözyaşına sebep olacağını fazla umursamayacaklarını ifade etmeye ise gerek bile yoktur.