Yorumlar

Almanya'nın Ortadoğu Politikası

Dünyanın en önemli ekonomik güçleri arasında yer alan Almanya, dünyada Gayri Safi Yurtiçi Hasıla büyüklüğü açısından dördüncü, dış ticaret hacmi açısından ise üçüncü sırada bulunmaktadır. 2008-2009 dünya ekonomik krizinde çok zarar gören Avrupada en istikrarlı ülke olarak ayakta kalabilen ve krizdeki ülkelere yardım konusunda öne çıkan politikalarıyla Avrupa Birliği (AB) içerisindeki belirleyici konumunu pekiştiren ülke olmuştur. Ancak ekonomik açıdan bu kadar etkin olan Almanyanın ABnin komşu bölgesi olan Ortadoğu konusunda ABD ya da Rusya kadar aktif bir politika izlediğini söylemek mümkün değildir. Dönemsel bazı farklılıklara rağmen Berlinin genel olarak bu konuda ABDnin liderliğini kabul eden bir politika izlediği, ancak buna rağmen özellikle ekonomik çıkarlarına aykırı gelişmeleri engellemek konusunda da Washington yönetimini yönlendirmeye çalıştığı görülmektedir.

Almanyanın Ortadoğu politikasının şekillenmesinde etkili olan faktörlerin neler olduğu incelendiğinde ilk olarak ekonomik çıkarların altını çizmek gerekir. Dış ticaret hacmi, milli gelirinin yaklaşık üçte ikisi düzeyinde bir ticaret devleti olan Almanya için sorunların barışçı yollardan çözülmesi ve istikrar çok önemlidir. Ortadoğu ülkelerinin Almanyanın dış ticaretindeki payı, Avrupa ülkeleri ve diğer gelişmiş ülkeler kadar olmasa da Berlin için dünyanın bütün ülkeleriyle ticaretini geliştirme, ekonomik gücünün temelini oluşturmaktadır. Ortadoğu ülkeleri, Alman sanayi ürünlerinin ve bu kapsamda silah sanayisinin önemli pazarları arasında yer almaktadır. Aynı şekilde Alman şirketleri, Ortadoğuda en fazla yatırım yapan yabancı sermaye sıralamasında en üst sıralarda yer almaktadırlar. Bu çerçevede, Berlin, Ortadoğu politikasını şekillendirirken Alman şirketlerinin Ortadoğudaki yatırımlarının korunmasını ve bölge ülkelerine yapılan ihracatın artırılmasını esas alan bir tutum içerisindedir. Bu noktada Ortadoğuda en etkin güç olan ABD ve onun Almanyanın Ortadoğu politikasına etkisi devreye girmektedir.

Bir ticaret devleti olan Almanya, Ortadoğu konusunda hem Washingtonun desteğine, liderliğine ve onunla işbirliği yapmaya ihtiyaç duymakta hem de zaman zaman onu yumuşatma ihtiyacı hissetmektedir. Kendisi büyük bir askeri güç olmayan Almanya, dünyanın başka bölgelerinde olduğu gibi Ortadoğuda da ekonomik faaliyetlerini yürütebilmek için ‘Batının koruyucu gücü olan ABDnin güvenlik desteğine muhtaçtır. Bu çerçevede Almanyanın, Batı karşıtı olarak tanımlanabilecek olan çok sayıda ülkenin ve silahlı örgütün bulunduğu Ortadoğuda ekonomik açıdan tutunabilmesi için müttefiki ABDnin desteği çok önemlidir. Bu desteğe karşılık, bazı istisnalar dışında, Berlin de ABDnin bölgedeki askeri operasyonlarını finanse eden ülkelerden birisi olarak öne çıkmaktadır. 1991 Körfez Savaşı buna örnek olarak gösterilebilir. 2003 yılında BM Güvenlik Konseyinin onay vermediği ABDnin Irak saldırısı çerçevesinde yaşanan savaşa, Almanyadaki sosyal demokrat ve yeşiller iktidarının karşı çıkması ise istisnalar arasında yer alır. ABDnin Almanyanın Ortadoğu politikasına etkisi, Washingtonda ve Berlinde hangi partilerin iktidar olduğuna göre değişiklik gösterebilmektedir. ABDde Cumhuriyetçi yönetimlerin olduğu dönemlerde bu ülkenin izlediği daha saldırgan Ortadoğu politikalarının bölgeyi istikrarsızlaştırarak kendi ekonomik faaliyetlerine zarar verdiğini düşünen Almanya, Berlindeki hükümetlerin niteliğine göre, ya bu politikalara karşı çıkmış ya da Washingtonu yumuşatmaya çalışmıştır. Obamanın başkanlığına kadar ABDnin İran konusundaki diyaloğu reddeden çatışmacı politikasına karşı, Almanya ve diğer AB ülkelerinin Tahrana karşı yürüttükleri ‘eleştirel diyalog politikası buna örnek gösterilebilir.

Almanyanın Ortadoğu politikasının şekillenmesinde etkili olan bir başka faktörse bu ülkenin İsrail ile ilişkilerini ve Arap-İsrail sorununa ilişkin politikasını belirleyen Nazi döneminde yaşanan Yahudi soykırımıdır. 1949 yılında kurulan Federal Almanya devleti soykırımın sorumluluğunu üstlenerek 2013 yılı sonuna kadar Yahudilere yaklaşık olarak 71 milyar euro tazminat ödemiştir. Tazminat, emeklilik ödemesi, sosyal yardım ve yerleşim desteği gibi değişik isimler altında yapılan ve halen devam eden bu ödemelerin dışında, Almanyanın İsrail devletine ekonomik ve askeri yardımları ve İsrailin bölgedeki saldırgan politikalarına desteği de söz konusudur. Bu ülkenin 2006 yılında Lübnanı, 2008-2009da ve 2014 yılında Gazzeyi hedef alan saldırılarında ona en fazla diplomatik destek veren ülkelerin başında Almanya gelmiştir. Bu saldırıların her birinde binden fazla sivilin hayatını kaybetmesine ve İsrailin sayısız savaş suçu işlemesine rağmen Berlinin bu ülkeye desteği devam etmiştir. Ancak burada, Berlinin İsraile yönelik güçlü desteğinin sadece tarihinde yaşanan soykırımdan duyulan pişmanlıktan kaynaklanmadığının altını çizmek gerekir. ABDdeki Yahudi lobisinin de bu ülkenin müttefiklerini İsraile destek vermeleri konusunda baskı altında tuttuğu hatırlandığında, Almanyanın Washington yönetimiyle sorun yaşamak istememesi de İsraile bu kadar yoğun destek vermesinin nedenlerinden biri olarak görülebilir.

Güvenlik kaygıları da Almanyanın Ortadoğu politikasının belirlenmesinde öne çıkan konulardan biridir. Ortadoğu ülkelerinde yaşanan çatışma ve istikrarsızlığın bölgede radikalizmi artırması ve çoğu zaman bu radikalizmin terörizme dönüşmesi, Avrupanın diğer ülkelerinde olduğu gibi Almanyada da ciddi bir tehdit olarak görülmektedir. Bölgede IŞİD ve El-Kaide gibi örgütlerin yükselişi ve Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslüman gençlerden bu örgütlere katılımın yüksek olması Berlini endişelendirmektedir. Bu savaşçıların geldikleri ülkelere dönmesi ve söz konusu örgütlerin şiddet eylemlerinin Avrupa topraklarına taşınması ihtimali, Almanyanın kendisini tedbir almak zorunda hissettiği sorunlardan biri haline gelmiştir.

Berlinin Ortadoğudan kaynaklanan tehdit algılarından bir diğeri de giderek Almanya ve diğer Avrupa ülkelerini daha fazla zorlayan yasadışı göç konusudur. Ortadoğu ve özellikle de Kuzey Afrikada yaşanan istikrarsızlık, son yıllarda Avrupaya gitmek üzere yola çıkan mültecilerin sayısında önemli bir artışa yol açmıştır. Bu mülteci akınına karşı genel olarak sınırları daha fazla yükseltme politikası izleyen Avrupa ülkeleri açısından mültecilerin amaçlarında başarılı olmaları, önemli bir sorun teşkil etmektedir. Avrupaya ulaşan mültecilerin büyük bir bölümünün ilk çıktıkları ülkeler olan İtalya, Yunanistan veya İspanyada kalmak yerine Almanya gibi daha zengin ülkelere gitmesi, Berlinin Ortadoğu politikasının amaçlarından birini bu mülteci akınının önlenmesi haline getirmektedir. Yasadışı göç sorununun Almanya açısından bir başka boyutunu insan hakları oluşturmaktadır. Son dönemde Akdenizde yaşanan kazalar sonucunda göçmen ölümlerinin artması Almanyadaki insan hakları savunucularının bu ölümleri engelleme konusunda yetersiz kalmakla suçladıkları hükümete karşı tepkisini de artırmaktadır.

Gerçekte insan hakları konusu, Almanyanın Ortadoğu politikasının şekillenmesinde çok konuşulan ancak en az etkisi olan faktördür. Ortadoğu ülkelerinde insan haklarının korunması ve demokrasinin teşvik edilmesi söylem düzeyinde çok gündeme gelse de, ekonomik ve güvenlik alanındaki çıkarlar bu konuda kararlı bir duruş sergilenmesinin önüne geçmektedir. Bu çarpık çıkar algıları çerçevesinde Berlin, Mısırda gerçekleşen darbeye ve sonrasında yaşanan katliamlara sessiz kalmıştır, tıpkı daha önce 1992de Cezayirde ve 1997de Türkiyede gerçekleşen darbeye sessiz kaldığı gibi. Yine aynı gerekçelerle İsrailin düzenli aralıklarla Gazze ve diğer bölgelerde gerçekleştirdiği katliamlara sessiz kalmaktadır.

1998-2005 arasında iktidar olan Schröder hükümeti dönemi gibi istisnalar dışarıda bırakılırsa, Almanyanın Ortadoğu politikasında insan hakları ve demokrasi değil, ekonomik çıkarlar, güvenlik kaygıları ve güçlü bir İsrail lobisine sahip olan ABD temel belirleyiciler olmaya devam etmektedir.

Bu yazı ilk olarak ORSAM tarafından yayınlanmıştır.