Yorumlar
Mısır'ın Sina Problemi ve Güvenlik Politikalarının Geleceği
Sisi rejiminin Kuzey Sina'daki güvenlikçi politikaları çok boyutlu bir stratejiye dönüştürmesi ve şiddetin toplumsal kökenlerini sonlandırmaya yönelik adımları hayata geçirmesi önem taşımaktadır. Bu bağlamda Sisi rejiminin öncelikle bölgenin ekonomik kalkınmasına yatırım yapması istihdam, eğitim ve altyapı gibi sorunların öncelikli olarak çözülmesine odaklanması gerekmektedir.
Mısır'ın Kuzey Sina bölgesi ülke tarihinin gördüğü en kanlı terör saldırılarından birisine sahne oldu. Militanlar, Bir el-Abd kasabasında bulunan Ravza camisine Cuma namazı sırasında büyük bir saldırı düzenledi. En az 20 militan tarafından gerçekleştirilen saldırıda Cuma hutbesini dinlemekte olan cemaat üzerine ağır silahlarla ateş açıldı. 309 kişinin hayatını kaybettiği saldırıdan sağ kurtulanların ifadelerine göre saldırganların bazıları cami içerisine girerek çaresiz sivilleri kurşun yağmuruna tutarken diğer militanlar ise katliamdan kaçmaya çalışanları ve camiye komşu evlere sığınanları acımasızca hedef aldı. Saldırıdaki insan kaybını artırmayı hedefleyen militanlar olay yerine gelen ambulans ve polis araçlarına da ateş açtıktan sonra geldikleri araçlarla olay yerinden hızla uzaklaştı.
Herhangi bir grup tarafından üstlenilmemiş olsa da saldırının failinin DEAŞ'ın bölgedeki oluşumu olan Sina Vilayeti örgütü olduğu düşünülmektedir. Nitekim bunun işaretleri örgütün daha önce yaptığı açıklama ve eylemlerde görülmektedir. Bu çerçevede DEAŞ'ın 2016 yılında Ceririye tarikatının şeyhlerinden olan 98 yaşındaki Süleyman Ebu Haraz isimli alimi infaz etmesi, örgütün bu gruba yönelik daha da saldırgan bir tutum benimseyeceğinin işaretini vermiştir. Nitekim, 2017'nin Ocak ayında DEAŞ tarafından yayınlanan Rumiyye dergisinde Sina bölgesindeki Sufi Müslümanlara yönelik uyarılarda bulunulmuş ve özellikle kanlı saldırının gerçekleştiği Ravza camisinin adı zikredilmiştir. Örgütün yayın organında Sina bölgesinde yaygın olan Ceririye tarikatına bu camide düzenlenen Sufi törenlere son vermesi çağrısında bulunulurken, bu faaliyetlerin devam etmesi durumunda başta Ravza camisi olmak üzere bölgedeki tüm Sufi dergah-larının yerle bir edileceği ve tarikat üyelerinin infaz edileceği belirtilmiştir.
Son olarak DEAŞ'ın bu saldırıyla ilişkilendirilebileceğine dair bir başka iddia da Mısır medyasında yer almıştır. Yerel kaynaklar, DEAŞ'ın son aylarda Ceririye tarikatı üyeleri ve özellikle Ravza camisini hedef alacağına dair tehditler yaptığı bilgisine yer vermiştir. Güvenlik birimlerinin de Bir el-Abd kasabası sakinlerini uyarmasının ardından Ravza camisi cemaati ibadethaneye açılan sokaklara bari-katlar kurmuş ve kendi imkanları çerçevesinde önlem almaya çalışmıştır. Tüm bu unsurlar bir arada düşünüldüğünde, Ravza camisine yönelik saldırının arkasında DEAŞ'ın olduğuna dair güçlü bir algı ortaya çıkmaktadır.
Neden camiye saldırıldı?
Peki olası tepkilere ve doğurabileceği sonuçlara rağmen örgütün bu derece kanlı bir eylemi gerçekleştirmesinin arkasındaki neden ne olabilir? Her şeyden önce DEAŞ örgütü ideolojik olarak Sufi inanışını reddeden bir yaklaşım içerisinde olagelmiştir. Her ne kadar ey-lemlerinin İslam'la bağdaştırılması mümkün olmasa da DEAŞ'ın ideolojik altyapısı İslam'da Selefilik olarak tanımlanan yaklaşımdan gelmektedir. Genel hatlarıyla DEAŞ'ın ideolojisi Selefilik inancının aşırıcı biçimde yorumlanmasıyla oluşmaktadır. Bu bağlamda da DEAŞ'ın ideolojisinde öne çıkan üç unsurun bulunduğu söylenebilir. Bunlar, metin (kitap) merkezcilik, dışlamacılık ve yoruma kapalılık-tır.
Buradan hareketle DEAŞ'ın Sufi inanışları hedef olarak göstermesinin arkasındaki nedenler bu üç unsurla açıklanabilecektir. Sufi tarikatların birçok inanış ve pratiği DEAŞ tarafından bid'at olarak tanımlanmakta ve bu nedenle yasaklanması istenmektedir. Bunlar arasında en sık zikredilenleri zikir törenleri, türbe ziyaretleri ve şeyhlerden medet umulması olarak belirtilebilir. DEAŞ, Irak, Suriye ve Kuzey Afrika ülkelerinde birçok türbeyi yıkarak ya da saldırı gerçekleştirerek bu anlamda keskin bir çizgisi olduğunu göstermiştir. Öte yandan Sufiler, DEAŞ tarafından İslam'a yönelik yeni yorumlar getirdikleri ve yanlış pratikleri hayata geçirdikleri için farklılaştırılmak-ta, hatta dışlanmaktadır. Bu durumun en güncel ve acı sonucu ise Kuzey Sina'daki Ravza camisine yönelik gerçekleştirilen kanlı saldırı-dır. Aynı dine mensup ve de aşırıcı olmayan bir topluluk, radikal ideolojiye sahip dindaşları tarafından hedef haline getirilebilmiştir.
Nitekim bu durum DEAŞ tarafından da beklenmeyen bir tepkiyi beraberinde getirmiştir. Saldırıda Sünni inanışın en itidalli ekolle-rinden olan Sufi bir tarikatın seçilmiş olması ve hedefin tamamen savunmasız sivillerden oluşması, DEAŞ örgütüne karşı ciddi bir tepki-nin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Öyle ki, bu tepkinin örgütün radikal eğilimler taşıyan kendi tabanında dahi mevcut olduğuna dair görüşler öne sürülmüştür. Sina Vilayeti örgütünün saldırıyı uzun bir süre geçmesine rağmen üstlenmemiş olması da buna bağlanmaktadır. Nitekim bu saldırının, son dönemde Irak ve Suriye'de ciddi biçimde gerileyen ve kontrolü altındaki tüm toprakları kaybeden DEAŞ'ın, militanları için yeni bir saha olarak belirledikleri Sina bölgesinde halkın çok daha sert bir tepkisiyle karşılaşmalarına neden olmasından endişe ettiği söylenebilir. Bununla birlikte örgütün bölgede varlığını halen devam ettireceği de unutulmamalıdır. Bu noktada Mısır yöne-timinin bölgeye ve DEAŞ'a yönelik stratejisine daha yakından bakmak gerekmektedir.
Mısır'ın Sina bölgesi özellikle 1990'lardan itibaren güvenlik, altyapı ve kalkınma anlamında ülkenin diğer bölgelerine kıyasla ciddi bir gerileme yaşadı. Bu durumun başlıca nedeni Mübarek rejiminin Sina yarımadasını ülkedeki ekonomik gelişmeden mahrum bırakan politikalar izlemesiydi. Özellikle Kuzey Sina bölgesi bu anlamda çok daha kötü durumdaydı. Güney bölgelerde hızla gelişen turizmin aksine Kuzey Sina'da ekonomik kalkınma anlamında hiçbir gelişme kaydedilemedi. İstihdam ve kalkınma politikalarından uzak olan bölge insan kaçakçılığı, uyuşturucu madde trafiği ve daha yakın dönemlerde silahlı terör örgütlerinin faaliyetleri gibi birçok yasadışı aktivitenin merkezi haline geldi. Mübarek yönetiminin bölgedeki güvenlik endişelerine yönelik sert politikaları ise özellikle gençlerin yönetime tepki duymasına ve bölge halkıyla devlet arasındaki ilişkinin zedelenmesine neden oldu.
Derinleşen şiddet sarmalı
2011'de yaşanan devrim ise bu durumu daha da derinleştirdi. 2011'i izleyen dönemde ülkeyi yöneten askeri konseyin ve sonrasında Muhammed Mursi yönetiminin Kuzey Sina'ya yönelik kalkınma politikalarını hayata geçirememesi ve daha sonra 2013'teki askeri darbe ile iktidara gelen Sisi yönetiminin Kuzey Sina'ya sadece güvenlikçi politikalarla yaklaşması bölgede var olan hoşnutsuzlukları daha da derinleştirdi. 2011'deki devrimden sonra yaşanan iktidar boşluğu nedeniyle bölgede giderek güçlenen aşırıcı örgütler, Sisi darbesinin ardından Mısır yönetimini daha fazla hedef almaya başlarken bu durum Kahire'nin bölgeye yönelik çok daha sert politikaları hayata geçirmesine neden oldu.
2014'ün Ekim ayında Mısır askerlerine yönelik gerçekleştirilen ve 31 askerin hayatını kaybettiği saldırının ardından bölgede ilan edi-len Olağanüstü Hal ise zaten kırılgan olan bölge siyasetinin daha da gerginleşmesine neden olmuştur. İzleyen dönemde ise bölge halkı başta DEAŞ'ın bu coğrafyadaki kolu olan Sina Vilayeti'nin saldırıları ve güvenlik birimlerinin sert politikaları arasında kalmıştır. Gazze ile Mısır arasındaki tünellerin Sina bölgesine yönelik silah kaçakçılığında kullanıldığını iddia eden Sisi rejimi, bölge sınırı boyunca uza-nan bir tampon bölge oluşturmaya karar vermiş ve bu çerçevede yüzlerce evi yıkarak binlerce bölge sakinini yıllardır yaşadıkları toprakla-rı terk etmeye zorlamıştır. Bunun yanında Mısır ordusunun, İsrail'in ambargosu altında yaşayan Gazze bölgesinin can damarları kabul edilen tünelleri yıkması sınırın iki tarafında da tepkiyle karşılanmıştır. Sisi rejiminin bu güvenlik merkezli stratejisi hem bölge halkı hem de uluslararası kamuoyu tarafından yoğun biçimde eleştirilmektedir.
Güvenlik politikalarının geleceği
Gelinen noktada Mısır'da birçok kesimin paylaştığı ortak endişe Sisi rejiminin 2014'ten bu yana Kuzey Sina bölgesinde izlediği ve herhangi bir başarı elde edemediği güvenlikçi politikaları ülke geneline yaymasıdır. Nitekim, Kuzey Sina'daki başarısız tecrübeye ve yapılan tüm uyarılara rağmen Sisi rejimi güvenlik politikalarına devam edeceğinin işaretlerini vermektedir. 2017'nin Nisan ayında İsken-deriye ve Tanta kentlerinde kiliselere düzenlenen ve onlarca kişinin hayatını kaybettiği saldırıların ardından Sisi rejiminin ülke genelinde Olağanüstü Hal ilan etmesi bu durumun bir göstergesi olarak okunabilir. Kuzey Sina bölgesinde 24 Kasım'da gerçekleştirilen ve 309 kişinin hayatını kaybettiği cami saldırısından sonra Sisi'nin Genelkurmay Başkanı Mahmud Hicazi'ye "Sina'daki terörü bitirmek için 3 ay süreniz var. Bu uğurda her türlü kararı alabilir, bedeli ne olursa olsun her türlü operasyonu yapabilirsiniz" uyarısını yapması bölgedeki şiddetin dozunun daha da artabileceği şeklinde yorumlanmaktadır.
Yakın dönemdeki tecrübeler Sisi rejiminin Kuzey Sina'daki bu stratejisinin başarılı olamayacağı konusunda önemli ipuçları vermek-tedir. Bunun yanında artan güvenlik politikalarının Mısır için doğurabileceği en tehlikeli sonuç ise radikalleşmenin ülke geneline yayıl-ması endişesidir. Bu durum öncelikle ülkede var olan siyasi istikrarsızlığı derinleştirebilecek, bununla birlikte ekonomik ve toplumsal sorunların artmasına neden olabilecektir. Bu nedenle Sisi rejiminin Kuzey Sina'daki güvenlikçi politikaları çok boyutlu bir stratejiye dönüştürmesi ve şiddetin toplumsal kökenlerini sonlandırmaya yönelik adımları hayata geçirmesi önem taşımaktadır. Bu bağlamda Sisi rejiminin öncelikle bölgenin ekonomik kalkınmasına yatırım yapması ve istihdam, eğitim ve altyapı gibi sorunların öncelikli olarak çö-zülmesi konularına odaklanması gerekmektedir.
Bu ayzı ilk defa Star Açık Görüş'te yayınlandı.