Yorumlar

Türk-İran İlişkileri -I-: Güvenlik

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bugün gerçekleştirilecek İran ziyareti Orta Doğu'da dikkatleri Türk-İran ilişkilerine çekti. Erdoğan'ın ziyareti öncesinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın İran ziyareti ve ağustos ayında İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri'nin Türkiye ziyareti son dönemde iki ülke ilişkilerinde güvenlik boyutunun çok fazla öne çıktığını gösteriyor. İran Genelkurmay Başkanı'nın ziyareti 1979'da bu ülkede gerçekleşen "İslam devrimi"nden beri Türkiye'ye bu düzeyde gerçekleşen ilk ziyaret olması açısından ayrıca önemliydi.
Son dönemde gerçekleşen bu temaslarda Irak, Suriye ve PKK konusu öne çıkıyor. Suriye ve Irak'ta yaşanan iç savaşlar ve güç mücadelesinde farklı bloklarda yer alıp birbirleriyle mücadele eden Ankara ve Tahran, bu iki ülkede DEAŞ'ın oluşturduğu toz bulutu dağılırken açığa çıkan görüntünün kendi güvenlik çıkarları açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu gördüler. PKK/PYD/PJAK ekseninde oluşan bu tehdidin sadece Irak ve Suriye'nin değil, aynı zamanda Türkiye ve İran'ın da toprak bütünlüğünü tehlikeye atan bir boyutu olduğu açık bir şekilde görülüyor. ABD ve diğer Batı ülkelerindeki bazı çevrelerin, PKK ve türevlerinin desteklenmesi yoluyla Türkiye ve İran'ın etkili bir şekilde sınırlanabileceğini ve hatta parçalanabileceğini düşünmeleri ve Orta Doğu politikalarını bu doğrultuda şekillendirmeleri Ankara ve Tahran açısından ayrılıkçı Kürt hareketlerini hiç olmadığı kadar büyük bir tehlike hâline getirdi. Barzani yönetiminin Kuzey Irak'ta gerçekleştirdiği bağımsızlık referandumu ise bu tehlikenin sadece PKK ve türevleriyle sınırlı olmadığını açık bir şekilde gösterdi.
Bu şekilde Batılı ülkelerdeki bazı kesimler tarafından Orta Doğu politikalarının bir aracı olarak desteklenen ayrılıkçı Kürt hareketlerinin Irak ve Suriye'de elde ettiği kazanımlar Türkiye ve İran'ı, bu ülkeler üzerinden yaşadıkları görüş ayrılıklarını bir kenara bırakıp güvenlik alanında iş birliği yapmaya zorluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve iki ülke Genelkurmay Başkanlarının karşılıklı ziyaretlerini bu çerçevede atılmış adımlar olarak değerlendirmek gerekir.
Günümüz şartlarında oluşan bu ortak tehdit algısı çerçevesinde iş birliğine zorlanan iki ülke arasındaki güvenlik ilişkilerinin tarihine bakıldığında ise, genel olarak sorunlu bir ilişkinin söz konusu olduğu görülür. Yüzlerce yıldır Türkiye ile İran arasında önemli bir sınır değişikliğine yol açacak bir savaş yaşanmasa da, iki ülke ilişkilerinde bazı istisnai dönemler haricinde bir "çatışmaya dönüşmeyen gerginlik hâlinden" bahsetmek mümkündür. Bu gerginliğin nedenlerinin başında Ankara ile Tahran'ın birbirlerini karşılıklı olarak teröre destek vermekle suçlamaları geliyor. Türkiye bazı dönemlerde Tahran yönetimini PKK terörüne destek vermekle suçlarken, İran da Ankara'yı Halkın Mücahitleri gibi kendi güvenliğine karşı mücadele eden terörist örgütleri desteklemekle itham etmiştir.
Kendi ülkesinde PKK'nın bir kolu olan PJAK ile mücadele etmek zorunda olan İran'ın, Türkiye'nin şikâyetlerine konu olacak şekilde zaman zaman PKK'ya destek olarak okunabilecek politikalar izlemesi ve çoğu zaman bu örgüte karşı mücadelesinde Ankara'ya destek vermekten kaçınması anlaşılması zor bir tutum olarak görünse de, zaman zaman Türkiye'yi PKK/PJAK'tan daha büyük bir tehdit olarak algılaması Tahran'ı bu yanlış politikalara itmiştir. Bu tavır, ancak Orta Doğu'da önemli bir bölgesel güç olan Türkiye ile ortak hareket etmesi durumunda küresel aktör olma hedefine ulaşabileceğini, Ankara ile bölgesel üstünlük mücadelesine girmesi durumunda ise bu hedefinden uzaklaşacağını anlamayan bir yaklaşımın sonucudur.
İki ülkenin, Suriye ve Irak konusunda girdikleri üstünlük mücadelesinin, her ikisinin de toprak bütünlüğünü tehdit eden PKK'nın güçlenmesine yol açmasının ardından artık iş birliğine yönelmeleri zorunlu hâle geldi. Ankara ve Tahran'ın, birbirlerine karşı tarihten gelen "güvensizliklerini" bir kenara bırakıp bu defa sıkı bir iş birliğine yönelmelerinin mümkün olup olmayacağını ise zaman gösterecek.
Türkiye ve İran'ın, Almanya ve Fransa'nın geliştirdiğine benzer bir iş birliğine yönelmeleri için İkinci Dünya Savaşı'na benzer bir felaketi yaşamaları gerekmiyor. Suriye ve Irak iç savaşlarının yol açtığı felaket ve bu savaşların bir sonucu olarak büyüyen PKK/PYD/PJAK tehlikesi bu iş birliği için yeterli olmalı.
 
Bu yazı ilk defa Türkiye Gazetesi'nde yayınlanmıştır.