Yorumlar
“Körfez” Krizi: Bölgesel Bloklaşma ve Ortadoğu Siyaseti
Körfez bölgesi, beklenmeyen ancak bölgede ciddi etkileri olan bir krizden geçmektedir. Başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere bir grup ülke Katar'a yönelik bir "dışlama" politikası izlemektedir. Olayların başlamasına sebep olarak Katar resmi haber ajansının sitesinde 23 Mayıs'ta yer alan açıklamalar gösterilmiştir. Açıklamalarda Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad al Sani'nin ABD karşıtı yorumlarda bulunduğu ve İran'ı desteklediği iddia edilmiştir. Katar hükümeti İletişim Dairesi Direktörü Şeyh Seyf bin Ahmed Al Sani, sitenin siber saldırı altında olduğunu ve söz konusu açıklama metninin Katar hükümeti ile bir alakasının olmadığını vurgulamıştır. Katar Dışişleri Bakanı da Katar Haber Ajansı'nda yer alan açıklamaların gerçeği yansıtmadığını dile getirmiştir. Ancak Suudi Arabistan merkezli al-Arabiya ve Birleşik Arap Emirlikleri merkezli Sky News kanalları söz konusu açıklamaları belirli bir çerçevede sunarak Katar'a yönelik tepkilerin altyapısını oluşturmuşlardır. Doha yönetiminin yalanlamalarına ve siber saldırı açıklamalarına rağmen başta Suudi Arabistan olmak üzere birçok Körfez ülkesi bölgesel bir krize yol açabilecek hamlelerde bulundu. Geçtiğimiz haftalarda ABD başkanı Donald Trump'ın ziyareti sonrası bölge politikalarında daha da cesaretlenen Riyad yönetimi, bu anlamda ilk ciddi adımını dış politika ve bölgesel siyasette görüş ayrılıkları yaşadığı Katar'ı hedef alarak attı.
Bölgesel Bloklaşma
Körfez bölgesinde Katar'ı izole etme politikası çerçevesinde Riyad yönetimi, Doha ile tüm diplomatik ilişkilerini kesme kararı aldı. Suudi Arabistan tarafından yapılan açıklamada Katar ile diplomatik ilişkilerin kesilmesine sebep olarak Doha yönetiminin terörü desteklemesi gösterildi. Suudi Arabistan resmi haber ajansından yapılan açıklamada, Doha yönetiminin özellikle DAEŞ ve Müslüman Kardeşler gibi "terörist" örgütleri fonladığı vurgusu yapıldı. Ortadoğu genelinde sivil toplum faaliyetleri ile bilinen ve her fırsatta şiddeti lanetleyen Müslüman Kardeşler hareketinin "terörist" olarak tanımlanmasının arkasında ise Riyad yönetiminin işbirliği içerisinde olduğu Mısır yatmaktadır. Bu nedenle 3 Temmuz 2013'te gerçekleştirilen askeri darbe ile Müslüman Kardeşler hareketinin iktidardan uzaklaştırıldığı Mısır da, Suudi Arabistan'ın Katar aleyhine aldığı karara destek açıklaması yapan ilk ülkelerden olmuştur. Bölgede Müslüman Kardeşler hareketine yönelik katı tutumuyla bilinen Birleşik Arap Emirlikleri de Katar'a karşı yürütülen kampanyaya katılmıştır. Öte yandan Suudi Arabistan'ın arka bahçesi olarak adlandırılan Bahreyn de bu durumda sessiz kalmayıp, Riyad yönetimini desteklemiştir. Libya, Yemen, Moritanya, Mauritius ve Maldivler de farklı nedenlerle Suudi Arabistan'ın yanında yer alarak Katar'la diplomatik ilişkilerini sonlandırmıştır. Söz konusu ülkelerin birçoğunda Katar vatandaşlarının ülkelere girişi yasaklanırken, karşılıklı uçuşlar sonlandırılmış, sınırlar kapatılmış ve Katar merkezli Al Jazeera'ye erişim engellenmiştir. Bu politikasıyla Körfez bölgesindeki en güçlü aktör olan Suudi Arabistan'ın kendisine birçok konuda muhalif olan Katar'ı 2014 yılında olduğu gibi "yalnızlaştırmaya" çalıştığı ve bölgedeki bloklaşmayı körüklediği söylenebilir.
Kriz sürecinde Suudi Arabistan'a destek olan ülkelerin istikrarsız ya da etkisiz ülkeler olduğu dikkat çekmektedir. Öte yandan ABD'de Pentagon ve Beyaz Saray'ın krize dair farklı açıklamalar yapması ve küresel hiçbir aktörün krizde net bir tavır almaması söz konusu blokun etkisiz kalabileceğini göstermektedir. Bölgede etkin politikalar izleyebilen Ankara ve Tahran yönetimlerinin krizde Katar'ın yanında yer alması, Katar'a yönelik uygulanan yalnızlaştırma politikasının aynı zamanda bölgedeki bloklaşmayı hızlandıracağını akıllara getirmektedir. Bölgedeki bloklaşmanın belirginleşmesine neden olan birçok gerekçe öne sürülebilir. Bunların başında İran ve Müslüman Kardeşler gelmektedir.
Bloklaşmayı Hızlandıran Unsurlar: İran ve Müslüman Kardeşler
Ortadoğu coğrafyasındaki krizlerin anlaşılmasında önemli bir unsur ABD yönetiminin bölgeye dair politikalarıdır. Bu bağlamda Katar krizi, 2017'nin başında göreve gelen Trump yönetiminin Ortadoğu politikasıyla yakından alakalıdır. Suudi Arabistan ziyaretinde daha açık biçimde ortaya çıktığı üzere Trump yönetiminin Ortadoğu politikasındaki en önemli unsurlardan birisi İran'ın bölgede etkisizleştirilmesidir. Bu noktada birçok Körfez ülkesinin İran'ı tehdit olarak görmesi Washington'ın bu ülkeye yönelik atmak istediği adımları kolaylaştırmaktadır. Fakat diğer Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn'e kıyasla İran ile "normal" ilişkiler sürdürmek isteyen Doha yönetimi, bu anlamda hem bu ülkelerle ayrı düşmekte, hem de Washington'ın İran politikasına karşı çıkmaktadır. Dünyanın en büyük sıvılaştırılmış gaz ihracatçısı olan Katar'ın İran ile ortak doğalgaz işletmesi planı ve Tahran yönetimiyle ilişkilerin giderek gelişmesi, Washington'ın Katar'ı Suudi Arabistan ve BAE aracılığıyla bölge dışına itmesine yol açmıştır. Bu bağlamda Katar'a yönelik atılan adımları Washington'dan bağımsız değerlendirmek yanlış olacaktır.
Öte yandan Katar'a yönelik başlatılan girişimin sadece Doha'nın Tahran ile sürdürdüğü ilişkilerle alakalandırmak da doğru olmayacaktır. Nitekim bölgedeki diğer ülkelerin bazıları Tahran'la normal ilişkilerini sürdürmektedir. BAE'nin İran'ın Körfez'deki en büyük ticaret ortağı olması, Umman'ın İran ile yakın ilişkiler sürdürmesi ve son olarak da Kuveyt'in İran'a dostane bir tavır sergilemesi bu duruma açık örneklerdir. Dolayısıyla Katar karşıtı tutumun Doha'nın İran politikasından ziyade daha farklı bir saikle gerçekleştiği söylenebilir. Bu anlamda öne çıkan unsur ise Katar'ın Müslüman Kardeşler hareketine yönelik desteği olarak gösterilebilir. Müslüman Kardeşler hareketinin bu ülkeler tarafından bir tehdit olarak görülmesi ile Arap devrimleri ile yakından alakalıdır.
2010 yılında Tunus'ta başlayan halk ayaklanmaları Arap monarşileri tarafından "rejim güvenliğine tehdit" olarak algılanmıştır. Nitekim devrimleri izleyen dönemde Mısır ve Tunus başta olmak üzere Müslüman Kardeşler kadrolarının iktidara aday olduğu görülmüştür. Bu trendin Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkelerde de devam edebileceğini ve domino etkisi yaparak Körfez'e gelebileceğini düşünen Riyad ve Abu Dabi yönetimleri bunu engellemek için önlemler almışlardır. Suudi Arabistan ve BAE'nin Tunus'tan başlayan devrim ateşini söndürmeye yönelik sert adımları, Arap ayaklanmalarını destekleyen Katar'ın "halkın yanında olma" vizyonu ile zıtlık göstermiştir. 2013'teki lider değişikliğinden bu yana Katar'ın Riyad'dan bağımsız ve daha aktif politikalar izlemesi önce Müslüman Kardeşler hareketine sonra da Katar'a karşı bölgesel bir ittifakın oluşmasına neden olmuştur.
Trump'ın ABD Başkanı olarak göreve başlaması bu süreci hızlandırmıştır. Nitekim Trump Riyad'daki zirvede Hamas'ı "terör örgütü" olarak tanımlamış ve Müslüman Kardeşlerin de aynı kategoriye alınması gerektiğini belirtmiştir. Bu açıklamalar Suudi Arabistan ve BAE'yi fazlasıyla memnun etmiş ve izleyen günlerde de Müslüman Kardeşler ve Hamas'ın bölgedeki önemli destekçisi Katar'a yönelik "operasyon" başlamıştır. Dolayısıyla Washington yönetimi, bilerek ya da bilmeyerek, bölgede İhvan karşıtı bir blok oluşumunu hızlandırmıştır. Bu bağlamda Katar'a uygulanan diplomatik abluka, başta Riyad olmak üzere Müslüman Kardeşleri tehdit olarak algılayan ülkelerin İhvan'ı destekleyen ülkelere vereceği tepkinin boyutunu göstermektedir.
Bölgedeki İhvan karşıtı ülkeler Washington'ın desteği ile tek bir çatı altında toplanıp daha etkin politikalar yürütmeye başlamıştır. Bu bağlamda ABD'nin desteğini alan Suudi Arabistan ve BAE, İhvan'ın bölgedeki etkisini yok etmek için ilk adımı Katar'dan başlatmıştır. Söz konusu krizin Katar ile sınırlı kalmayarak bölgede İran ve İhvan'a sempati duyan ülkeleri de kapsayacağı düşünülebilir. Bu noktada bölgede İhvan'ı destekleyen ve terör örgütü olarak görmeyen Türkiye'nin de pozisyonu krizin gidişatı açısından önem arz etmektedir.
Türkiye-Katar Ekseni
Katar kendisine yönelik sürdürülen "izolasyon" politikası karşısında dengeli ve temkinli bir yaklaşım göstermiştir. Katar Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan ilk açıklamada diplomatik ilişkilerin kesme kararından üzüntü duyulduğu ve suçlamaların gerçek dışı iddialara dayandığı belirtilerek itidal çağrısı yapılmıştır. Olayın şokunun devam ettiği ilk günlerde Doha, kendisine yönelik sert tavır sergileyen ülkeleri doğrudan karşısına almaktan kaçınarak pragmatik bir söylem geliştirmiştir. Bu bağlamda Katar yönetimi bölgedeki dengeleyici güçlerle ilişkilerini kuvvetlendirmeye yönelik adımlar atmıştır. Bu denge politikası çerçevesinde ilk temas Kuveyt ile gerçekleştirildi. Arabuluculuk rolü üstlenen Kuveyt krizin yatıştırılması için Suudi Arabistan ve BAE'yi ziyaret etti. İkinci olarak Irak, Katar ile ilişkilerin geliştirileceğini açıklamış ve son olarak da Körfez bölgesinde İran yanlısı tutumuyla bilinen Umman, Katar'a sürpriz bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Katar'ın bu noktada destek beklediği asıl ülke ise Türkiye'dir.
Türkiye'nin siyasi, askeri, stratejik ve ekonomik anlamda işbirliği yaptığı müttefiklerinden birisi olan Katar ile bazı Arap ülkeleri arasında yaşanan kriz şüphesiz Ankara'yı da yakından ilgilendirmektedir. Nitekim 2014 yılında Katar'a yönelik benzer bir "yalnızlaştırma" politikası uygulandığında da Türkiye-Katar yakınlaşması gerçekleşmişti. Aynı yıl iki ülke arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği mekanizması hayata geçirilmişti. Bu ilişkilerin bir meyvesi olarak Türkiye, Körfez bölgesindeki ilk askeri üssünü Katar'a açmıştı. Buna karşılık Katar da Ankara'nın Rusya ile yaşadığı uçak krizi ve 15 Temmuz'daki darbe girişimi sırasında Türkiye'nin yanında olmuştur. Türkiye ve Katar'ın ortak kaygılara ve stratejik ilişkilere sahip olması, Ankara'nın krizde Doha'nın yanında olmasını sağlamıştır. Diplomasi ve diyalogla krizin çözülmesini isteyen Ankara, Katar'a asker göndermeye yönelik kararı meclisten geçirerek bölgedeki en önemli müttefikine sahip çıkma arzusunda olduğunu göstermiştir. Fakat bu durum bölgedeki bloklaşmanın derinleşmesine ve Katar krizinin bölgesel bir krize dönüşmesine yol açabilecektir. Dolayısıyla Türkiye'nin bir taraftan Suudi Arabistan gibi güçlü bir ülke ile ilişkilerini riske etmemesi diğer taraftan da Katar gibi önemli bir müttefikine zarar gelmemesi yönünde bir politikayı izlemesi en doğru tercih olacaktır.