Yorumlar
Türkiye’nin Orta Doğu Politikası - IV: Sınırlar ve Engeller
Türkiye'nin Orta Doğu politikasının etkinliğini sınırlandıran, birbiriyle yakından ilişkili üç faktörden bahsedilebilir: Küresel aktörler, terör örgütleri ve iç istikrar.
Türkiye, Orta Doğu'daki diğer bölgesel güçlerle benzer ekonomik ve askerî kapasiteye sahip bir ülke olarak özellikle kendisine komşu bölgelerde müdahalelerde bulunabilir, ancak bu bölgede çıkarları olan ABD ve Rusya gibi küresel aktörlerin Orta Doğu'daki etkinlikleri Ankara'nın hareket alanını ciddi şekilde sınırlandırıyor. Bu yüzden Türkiye, Orta Doğu siyasetini şekillendirirken bu küresel aktörlerin bölgeye yönelik politikalarını hesaba katmak, onlarla doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçınmak ve çıkarları gereği bir küresel aktörle rekabete girecekse diğerleriyle onu dengelemenin yollarını aramak zorundadır.
Eğer bu küresel aktörlerin herhangi birinde, İsrail'in sahip olduğu gibi güçlü bir lobisi yoksa, onlarla kalıcı stratejik ortaklıklar kuramayacağını ve bu ülkelerin ancak taktik iş birliklerine yanaştığını bilerek hareket etmeli ve kendisi de bunlarla kuracağı ortaklıkların taktik iş birliklerinden öteye geçmeyeceğini unutmamalıdır. Türkiye, kendi çıkarlarına zarar veren politikalar izleyen küresel güçleri, bölgede etkin olan başka küresel aktörlerle olduğu gibi bölgesel güçlerle kuracağı iş birlikleriyle de dengeleyebilir.
Orta Doğu'da Türkiye'nin çıkarları aleyhine hareket eden küresel güçleri dengelemek çok zordur, ancak bunun alternatifi boyun eğmek ve hedeflerinden vazgeçmek olur. Türkiye'nin bağımsız dış politika yolundaki kazanımlarından vazgeçmesi söz konusu olamayacağına göre, hedeflerine ulaşma yolunda karşılaşacağı sorunlarla mücadele etmesi doğru olandır. Bütün diğer devletler gibi…
Ankara'nın Orta Doğu politikasında etkinliğini sınırlandıran bir başka faktör, mücadele etmek zorunda olduğu terör örgütleridir. PKK, FETÖ ve DEAŞ gibi bu örgütlerin küresel aktörlerin Türkiye ve bölgeye yönelik politikalarından bağımsız düşünülmesi söz konusu değil kuşkusuz. Özellikle PKK ve FETÖ'nün ülkemize verdiği zararın ulaştığı boyutlar düşünüldüğünde, Türkiye'nin gücünü artırarak müdahale ve maniple edilmesi zorlaşan bir ülkeye dönüşmesini istemeyen aktörler için bu örgütlerin ne kadar faydalı araçlar olarak işlev gördüğü daha iyi anlaşılır.
FETÖ'nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz saldırıları nedeniyle iç siyasete odaklanmak zorunda kalan ve yine bu örgütün yoğun bir şekilde sızdığı güvenlik birimlerini kontrol etme konusunda sorun yaşayan Türkiye'nin söz konusu dönemlerde özellikle Suriye ve Irak'ta atması gereken adımları atamadığı açıktır. Fırat Kalkanı Harekâtı'nın, 15 Temmuz öncesinde dışişleri ve güvenlik bürokrasindeki mensuplarıyla sürekli olarak Türkiye'nin Orta Doğu politikasını baltalayan bu örgütün tasfiyesinin ardından yapılabilmiş olması tesadüf değildir.
Türkiye'nin hareket alanının daraltılması amacı doğrultusunda yeri geldiğinde FETÖ ile de iş birliği yapan PKK da, konjonktürel olarak destek aldığı ülkelerin de yardımıyla Türkiye'nin Orta Doğu politikasına ciddi zararlar verdi. Ankara'nın Orta Doğu'da etkinliğini artırmaya yönelik hedeflerinden rahatsız olan küresel ve bölgesel aktörlerin, bir yandan PKK'nın Türkiye içerisindeki terörist saldırılarını yeniden başlatmasını teşvik ederek, bir yandan da bu örgütün Suriye kolu olan PYD'ye açık destek vererek Türkiye'nin Suriye ve Irak'taki nüfuzunu azaltma konusunda kısmen de olsa başarılı olmaları bu tespiti doğruluyor.
Son olarak, Türkiye'deki muhalefetin bir kısmının, halkın teveccühünü kazanma konusunda başarısız olup sandıktan her yenilgiyle çıkışında, iktidarı devirmek için sokakları karıştırmak, orduyu harekete geçirmek ve hatta FETÖ gibi örgütlerle iş birliği yapmak ya da sırtını PKK'ya dayamak gibi yollara yönelmesi de Türkiye'nin Orta Doğu politikasındaki etkinliğini azaltan bir faktördür. 17-25 Aralık saldırısında muhalefetin FETÖ'ye verdiği desteğin, bu örgütün Türkiye'yi istikrarsızlığa sürükleme amacına ne kadar hizmet ettiğini ve o dönemde Türkiye'nin hem Orta Doğu hem de genel dış politikasını nasıl zaafa uğrattığını hatırlayalım.
Muhalefetin, ülke yönetimine demokratik yöntemlerle talip olması Türkiye'nin istikrarına ve dolayısıyla Orta Doğu politikasının etkinliğine katkı sağlayacaktır. "Türkiye Orta Doğu ve genel dış politikasında tökezlerse biz de bu iktidardan kurtuluruz" diye düşünen muhalefet partilerinin demokratik yollarla iktidara gelme şansı zaten hiç olmaz. Zira millet her şeyi çok açık bir şekilde "görüyor".
Bu yazı ilk defa Türkiye Gazetesi'nde yayınlanmıştır.