Yorumlar

Trump dönemi Filistinlilere Ne Vaad Ediyor?

BM Güvenlik Konseyinin İsrailli yerleşimcileri kınayan kararı tartışılırken gözler 20 Ocakta başkanlık koltuğuna oturacak olan Trumpta. Sakarya Üniversitesi Orta Doğu Enstitüsünden Haydar Oruç, yeni ABD yönetiminin Filistin meselesi açısından ne anlam ifade ettiğini kaleme aldı.

HAYDAR ORUÇ

8 Kasımdaki ABD başkanlık seçimi neticesinde yeni başkanın Donald Trump olduğunun kesinleşmesinden sonra Trumpın söylediği her söz ve geçiş kabinesi için yaptığı her seçim Filistin ve İsrailde çok dikkatli bir şekilde takip edilmeye başlanmıştır. Seçim öncesinde İsrailin geleceğinin kendisinin başkan seçilmesine bağlı olduğunu ve şimdiye kadarki başkanlardan İsraile en yakın olanı olacağını iddia eden Trumpın Filistinlilerin akıbetiyle ilgili herhangi bir konuşması kayda geçmemiştir. Ancak seçim sonuçlarının açıklanmasının üzerinden geçen yaklaşık bir buçuk ay sonunda Trumpın İsrail ve Filistin hakkındaki muhtemel politikasına dair ipuçları ortaya çıkmaya başlamıştır.

ABD başkanlık seçimleri sürecince bir önceki seçimde yaşanan hüsran nedeniyle renk vermeyen İsrail yönetiminin seçim sonuçlarının belli olmasıyla yaşadığı sevinç ve mutluluk aslında İsrail-Filistin sorununun geleceği için bir işaret sayılabilir. Şimdiye kadarki ABD başkan adayları arasında ilk kez Batı Şeriadaki Yahudi yerleşimcilerin yaşadığı bölgelerde kampanya çalışmaları için ofis açan ve yerleşimciler için 10.000$ bağış yapan Trumpın zaferinin İsraili bu kadar sevindirmesindeki tek sebebin sadece İran ile P5+1 ülkeler arasında imzalanan nükleer anlaşmanın gözden geçirileceğine ve gerekirse iptal edileceğine dair açıklamalar olduğunu düşünmek gerçekçi olmayacaktır. Buna mukabil başta Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas olmak üzere pek çok Filistinli yöneticiden Trumpın seçilmesinin barış sürecine katkı yapmasını umduklarına dair açıklamalar gelse de esasında Filistin tarafında genel bir karamsarlık havasının hakim olduğu herkesin malumudur.

NETANYAHUDAN DAHA RADİKAL

Bu karamsarlığın boşuna olmadığına dair ilk emareler geçtiğimiz hafta Trumpın koltuğuna oturduktan sonra David Friedmanı İsrail Büyükelçisi olarak atayacağını duyurmasıyla ortaya çıkmıştır. 58 yaşında bir avukat olan Friedman, seçim sürecince Trumpa İsrail ve Orta Doğu konularında danışmanlık yapmış ve ABDdeki anketlerin gösterdiğinin tersine bir sonuçla seçimin kazanılmasında etkili olmuş isimlerdendir. İsrailde muhafazakâr duruşlarıyla bilinen Arutz Sheva ve The Jerusalem Post isimli gazetelerde yazıları yayımlanan ve Yahudi yerleşimciler için finansman desteği sağlayan “Yerleşimcilerin Amerikalı Dostları” isimli bir derneğin ve bu dernekle irtibatlı bir enstitünün de başkanlığını yapan Friedmanın muhafazakâr bir Yahudi kimliğine sahip olmasının yanı sıra kendisi, İsrailin geleceğine dair görüşleri nedeniyle bazı kesimlerce Başbakan Netanyahudan daha radikal birisi olarak görülmektedir. Keza yaptığı açıklamada, göreve gelir gelmez ilk icraatının Amerikan Büyükelçiliğinin Tel Avivden ebedi başkent olarak kabul ettiği Kudüse taşınmasını sağlamak olacağını söylemesi bölgedeki tansiyonun yükselmesine sebep olmuştur. Bununla da yetinmeyen Friedman, Yahudi yerleşimcilerin barışa engel olmadığını aksine İsrailin bekası için yerleşimcilere ihtiyaç olduğunu da savunmaktadır. Friedmanın bu sözleriyle son zamanlarda İsrailde Amona Yasa Tasarısı üzerinden devam eden tartışmalarda İsrail yönetiminin elini güçlendirdiği muhakkaktır. 1967 sonrasında topraklarından ayrılmak zorunda kalan, Batı Şerianın Amona bölgesindeki Filistinlilerin özel mülkiyetleri üzerine 1995 yılında illegal olarak inşa edilen ve 2006 yılında yıkılması gündeme geldiğinde yoğun protestolara yol açan Amona yerleşimleri hakkında İsrail Yüksek Mahkemesi tarafından verilen 25 Aralıka kadar tahliyelerin yapılması kararı, bu açıklamalardan sonra tartışmalı hale gelmiştir.

ETKİ ALTINDAKİ İSRAİL YARGISI

Oysa hem Birleşmiş Milletlerin 242 ve 338 sayılı kararlarında hem de İsrail ile Filistin arasındaki 1993de imzalanan Oslo Anlaşmasında, Yahudi yerleşimlerindeki inşa sürecinin sonlandırılması ve mevcutlarının kaldırılması hakkında kesin hükümler olmasına rağmen İsrail yönetiminin ısrarla sürdürdüğü yerleşimciler politikasını meşrulaştıracak bu gibi söylemlerin barış sürecine ne kadar zarar verebileceğini kestirmek mümkün değildir. Zira tahliyelerin ertelenmesi için hükümetin önceki başvurularını reddeden mahkeme, bu gelişmelerden sonra hükümetin geçen hafta yaptığı son erteleme başvurusunu kabul ederek yerleşimcilerin tahliye sürecini 45 gün ertelemiştir. Bu karar aslında iki taraf arasında bir denge vazifesi gören İsrail yüksek yargısının da etki altında kaldığı şeklinde yorumlanabilir.

Friedmanın yerleşimciler konusundaki söylemleri yetmiyormuş gibi ABDnin geleneksel politikasının aksine İsraile iki devletli bir çözüm için baskı yapmanın doğru olmadığını, bu sorunun taraflar arasındaki doğrudan görüşmelerle çözülmesinin en uygun yöntem olduğunu söylemesi de İsrail yönetiminin tezlerine destek olarak yorumlanmaktadır. Konuşmalarında Batı Şeria yerine bölgenin İbranice isimleri olan Judea ve Samara isimlerini tercih eden Friedmanın daha da ileri giderek bu bölgelerin İsraile eklenmesi gerektiğini söylemesi iki devletli çözümden İsrail bayrağı altında tek devletli bir çözüme doğru dönüşümün sinyalleri olarak değerlendirilebilir.

2015in son çeyreğinde İsrailin Filistinlilerin Mescid-i Aksaya girişlerine yönelik getirdiği kısıtlamalar nedeniyle başlayan ve Mescid-i Aksa intifadası olarak isimlendirilen süreçte İsrail yönetiminin bıçaklı saldırıları önlemek için almış olduğu yoğun güvenlik tedbirleri ve dolayısıyla ortaya çıkan hak ihlalleri nedeniyle zor günler geçiren Filistin halkı için Trumpın ABD yönetimini devralmasından sonra bölgede yaşanabilecek muhtemel gelişmeler endişeye yol açmıştır. Halbuki haziran sonunda Türkiye ile İsrailin altı yıllık bir aradan sonra yeniden ilişkilerin normalleşmesine yönelik anlaşmayı imzalamaları ve ardından Türkiye tarafından bölgeye yapılan insani yardımlar sayesinde bir nebze de olsa rahat nefes alan Filistin halkı için gelinen son nokta gerçekten fazlasıyla karamsardır.

ABD yönetimi tarafından terör örgütü olarak kabul edilen HAMASın 2006daki seçimleri kazanarak yönetime gelmesinden itibaren İsrail tarafından abluka altında tutulan Gazzenin geleceği ise daha da belirsizdir. Zira Trumpın seçim öncesi her fırsatta Obama yönetiminin aksine, işbaşına geldikten sonra terör örgütleriyle işbirliği yapmayacağını belirtmesi on yılı aşkın bir süredir çok zor şartlar altında yaşam mücadelesi veren Gazze halkı için geleceğe dair umut vadetmemektedir. HAMASın seçimin akabinde, Trumpın seçilmesinin kendileri için bir şey değiştirmeyeceğini söylemesi gelinen noktada iyimser bir tahmin gibi gözükmektedir. Çünkü ABDnin teşviği ve öncüğünde yapılan Oslo Görüşmeleri sonunda imzalanan anlaşmaya istinaden tanınan Filistin Özerk Yönetimini bile gereksiz gören bir büyükelçiyi atayacak olan ABDnin, terör listesindeki HAMASı nasıl bir muameleyle tabi tutacağını kestirmek mümkün değildir.

MÜSLÜMANLARIN KUTSAL ALANI 

Halbuki Birleşmiş Milletlerde gözlemci devlet statüsüyle bayrağını göndere çektiren, 2014 Gazze saldırıları sonrasında Avrupada İsrail aleyhinde oluşan olumsuz atmosferden istifade ederek pek çok Avrupa ülkesi tarafından resmi olmasa da bir devlet olarak tanınan, BDS hareketinin girişimleri sayesinde işgal altındaki topraklarda yetiştirilerek Avrupaya ihraç edilen ürünlerin üzerine etiket koyma zorunluluğu getirten ve bu sayede bazı Avrupa ülkelerinde İsrail ürünlerinin boykot edilmesini sağlayan, UNESCOya ABD ve İsrailin tüm itirazlarına rağmen üye olan ve son olarak UNESCO Dünya Kültürel Mirasları Komitesi tarafından alınan Kudüste bulunan Mescid-i Aksa ve çevresindeki kutsal alanların Yahudilikle bağlantısının bulunmadığı ve buraların Müslümanların kutsal alanları sayılması gerektiği yönündeki kararla uluslararası organizasyonlarda kazanımlar elde eden Filistinde, Trumpın ABD Başkanı olmasıyla bu olumlu trendin geleceği hakkında belirsizlik oluşmaya başlamıştır.

Trumpın başkanlığında Filistinlileri nasıl bir sürecin beklediğine dair en somut gelişme 22 Aralıkta yaşanmıştır. Yeni Zelanda, Mısır, Malezya, Venezüella ve Senagal tarafından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin gündemine getirilen İsrailin Yahudi yerleşimlerini sonlandırması hakkındaki bir tasarıya karşı Trumpın göstermiş olduğu tepki ve tasarının geri çekilmesi için sarf ettiği çaba gelecek dönem için hiç olumlu sinyaller vermemektedir. Trumpın girişimiyle Mısır tasarıdan desteğini çekmiş ve tasarının görüşülmesi ertelenmiştir. Ancak 23 Aralıkta tekrar gündeme alınan tasarı ABDnin veto hakkını kullanmayarak çekimser kalmasıyla 14 oyla kabul edilmiştir. ABDnin Obamanın direktifiyle veto hakkını kullanmayarak kararın kabul edilmesine göz yumması İsrailde şok etkisi yaratsa da karar sonrası Trumpın sosyal medyadan yaptığı açıklamalarda bu konuda ABDnin tutumunun 20 Ocaktan sonra daha farklı olacağını söylemesi, karardan büyük mutluluk duyan Filistinlilerin hevesini kursaklarında bırakmıştır.

GÖZLER OBAMANIN YANITINDA

Trump döneminde Filistinlilerin yaşaması muhtemel sıkıntıların biraz olsun hafifletilmesi maksadıyla Obamaya mektup yazarak koltuğu bırakmadan önce Filistini tanıma çağrısı  yapan ABD eski Başkanı Jimmy Carterın teklifine Obamanın nasıl yanıt vereceği tartışılırken gelen bu hamle Filistin Yönetimini umutlandırmıştır. Ancak Obama, Filistinin tanınması için onay verse bile yeni yönetimin bu kararı sürdürüp sürdürmeyeceği belirsizdir. Obama döneminde yapılan İran Nükleer Anlaşmasını gözden geçirmekten bahseden Trumpın, söz konusu Filistin olunca teamüllere bağlı kalacağını düşünmek çok gerçekçi olmayacaktır.

Sonuç olarak Obama döneminde Beyaz Sarayın eleştirilere muhatap olmamak için Filistinlilere yönelik politikalarında biraz daha makul davranmak zorunda kalan İsrail yönetimi için Trump döneminde böyle bir kaygının yaşanması pek mümkün gözükmemektedir. Zira Trumpın daha başkanlık koltuğuna oturmadan İsrailin çıkarlarına yönelik konularda İsrail lehine tavır alması, önümüzdeki dönemde yerleşimciler ve iki devletli çözüm konusunda İsrailin daha başına buyruk hareket etmesine yol açacak ve bu durum iki taraf arasında muhtemel bir çözüm ihtimalini daha da zorlaştıracaktır.

 

Bu yazı ilk defa Karar'da yayınlanmıştır.