Yorumlar
İran-Körfez Hattında Normalleşme Mümkün mü?
25 Ocakta Kuveyt Dışişleri Bakanı Halid Hamad es-Sabahın uzun bir aradan sonra Tahranı ziyaret etmesi İranın Körfez ülkeleriyle ilişkilerinde yumuşama ve normalleşme tartışmalarını beraberinde getirdi. Basra Körfezinde merkezi bir konuma sahip olan İranın; Umman dışındaki Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Bahreyn ve BAEden oluşan Körfez ülkeleriyle ilişkileri 1979 İran Devriminden bu yana daima inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Bunun arkasında İranın bölgedeki yayılmacı ve mezhepçi politikalarının Körfez ülkeleri tarafından ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi olarak görülmesi yatmaktadır. Buna bir de iki bölgesel güç İran ve Suudi Arabistanın merkezi Ortadoğuda tutuştuğu bölgesel güç mücadelesi eklenince taraflar arasında güven ve işbirliğine dayalı istikrarlı bir ilişki biçimi bir türlü kurulamamaktadır. 1980lerde; İran-Irak Savaşı (1980-88), Tahran yönetiminin devrim ihracı politikası izlemesi ve Şiiler kanalıyla komşu Arap ülkelerinin içişlerine müdahil olması nedeniyle İranın Körfez ülkeleriyle ilişkileri oldukça gergin geçmişti. Bu dönemde tırmanan gerilim, 1989da Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin kopmasıyla sonuçlanmıştı. 1990lara gelindiğinde daha ihtiyatlı bir dış politika takip eden Haşimi Rafsancani (1989-1997) ve Muhammed Hateminin (1997-2005) yönetime gelmeleri ve Irakın daha yakın tehdit halini aldığı 1990-91 Körfez Savaşıyla Körfez ülkelerinin güvenlik tehdidi algılarının değişmesiyle tarafların birbirine yaklaşımında yumuşama görülmeye başlanmıştı. Değişen bölgesel iklimde İran ve Körfez ülkeleri arasında sınırlı ölçekte yakınlaşma meydana gelmiş ve Tahran-Riyad diplomatik ilişkileri yeniden tesis edilmişti.
Ancak 2003 ABD işgaliyle Irakta Şiilerin iktidara gelmesi ve Tahranın Bağdat yönetimiyle her alanda güçlü bağlar kurmaya başlaması, topraklarında Şii nüfus barındıran Sünni Körfez monarşilerinin güvenlik kaygılarını yeniden artırdı.Bunun yanı sıra Arap Baharının ortaya çıkardığı bölgesel değişim ve istikrasızlık ortamında İran ile Körfez ülkeleri arasındaki rekabet ve gerilim yeniden tırmanmaya başladı. Bu süreçte, özellikle Obama yönetiminin ABDnin Ortadoğu politikasını bölgesel meselelere ilişkin fazla sorumluluk almayan ve bölgesel aktörlerle sorumluluk paylaşımına giden bir niteliğe dönüştürmesi Tahran-Riyad arasındaki nüfuz ve güvenlik rekabetini bir hayli karmaşık boyuta taşıdı. Böylece, bu dönemde iç savaş bataklığına saplanan Suriye, Irak ve Yemen; İran ve Arabistan arasındaki bölgesel güç mücadelesinin en şiddetli yaşandığı alanlar haline geldiler.
Trumpın DAEŞ ve İranla ilgili açıklamaları, ABDnin Ortadoğu politikasının yeniden şekilleneceğinin sinyalini veriyor.
Eylül 2015 Hac sezonunda yaşanan vinç kazası ve tünel izdihamında yüzlerce İran vatandaşının hayatını kaybetmesi İran ile Suudi Arabistan arasında karşılıklı suçlamalara yol açtı. Bunun üzerine Ocak 2016da Suudi yönetiminin ülkedeki Şiilerin dini lideri Nemr Bakır en-Nemri idam etmesi, İran ile Suudi Arabistan ve sonra genişleyerek İran ile diğer Körfez ülkeleri arasında patlak verecek diplomatik bir krizin fitilini ateşlemiş oldu. İdamın gerçekleştiği 2 Ocaktan itibaren İranlı üst düzey yetkililerin Suudi Arabistanı şiddetle kınamaları ve ona karşı ağır tehditler savurmaları Riyad yönetimini oldukça rahatsız etti. Üstelik 3 Ocakta İranda idam kararına tepki olarak gösterilerin başlaması ve Suudi Arabistanın Tahrandaki büyükelçiliği ve Meşheddeki konsolosluğunun ateşe verilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Bunun üzerine Suudi yönetimi, diplomatik temsilciliklerinin saldırıya uğradığı ve içişlerine karışıldığı gerekçesiyle İranla diplomatik ilişkilere son verdiğini açıkladı. Takip eden günlerde diğer Körfez ülkeleri de tutum ve davranışlarıyla açıkça Suudi Arabistanın yanında yer aldılar. Suudi Arabistanla aynı çizgide politika izleyen Bahreyn, İranla diplomatik ilişkilerine son verdi ve Tahrandaki büyükelçiliğini kapattı. Katar, Kuveyt ve BAE ise büyükelçilerini geri çekerek İrana tepkilerini ortaya koydular. Öteden beri bölgede İran ve Körfez ülkeleri arasında dengeli bir politika izleyen Umman ise diplomatik temsilciliklerin saldırıya uğramasının kabul edilemez olduğunu açıklamakla yetindi. Sonuç olarak 2016 yılının başına gelindiğinde, İranın Körfez ülkeleriyle diplomatik ilişkileri bozuldu ve bölgesel istikrarsızlık had safhaya yükseldi.
Bir yıl aranın ardından, İran-Körfez ülkeleri ilişkilerinde yumuşama ve normalleşme belirtileri görülmeye başlandı. Ocak 2017 itibarıyla uluslararası basında Kuveyt ve Irakın İran ile Körfez ülkeleri arasında arabuluculuk girişiminde bulunduğuna dair haberler yer almaya başladı. Bunu takiben, 17 Ocakta konuya dair teyit edici açıklama yapan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Kuveyt ve Irakla birlikte 8-10 ülkenin İran-Körfez ülkeleri ilişkilerinin restore edilmesi konusunda çaba sarf ettiğini belirtti. Ayrıca, İranın Suudi Arabistanı bölge siyasetinin dışına itme gibi bir amacının olmadığına değinen Cumhurbaşkanı Ruhani, Yemendeki askeri operasyonu sonlandırdığı ve Bahreynin içişlerine karışmaktan vazgeçtiği takdirde İranın Suudi Arabistana elini uzatmaktan geri kalmayacağını açıkladı.
Buna karşılık Suudi Arabistan tarafından Dışişleri Bakanı Adil Cubeyir yaptığı iki ayrı açıklamayla normalleşme tartışmalarına değindi. Paristen Al Arabiyaya yaptığı açıklamada Bakan Cubeyir, Suudi Arabistanın İranla ilişkilerinin hala gergin olduğunu ve ilişkilerin düzelmesi için Tahranın bölgede sürdürdüğü düşmanca ve saldırgan faaliyetlerini durdurması gerektiğini vurguladı. Ayrıca, “İranla bölgede barış ve uyum içinde yaşamak harika olurdu, ancak bu karşı tarafa bağlı” şeklinde sözlerine devam etmesiyle sorunun kendilerinden değil, karşı taraftan kaynaklandığına gönderme yaptı. Öte taraftan, yeni ABD Başkanı Donald Trumptan oldukça umutlu olduklarına değinen Bakan Cubeyirin, İranın bölgede denetim altına alınması noktasında yeni yönetimle birlikte çalışmayı dört gözle beklediklerini ifade etmesi, Suudi tarafının normalleşme konusunda o kadar da istekli olmadığına işaret etmektedir. Daha sonra, İsviçrenin Davos kentine geçerek Dünya Ekonomik Forumuna katılan Cubeyir, burada yaptığı konuşmada konuya tekrar değindi. Bölgesel güvenlik ve istikrarın bozulmasından İranın sorumlu olduğunu öne süren Cubeyir, bölgedeki terörizmin en önemli destekçisinin İran olduğunu ileri sürdü ve neredeyse dünyadaki bütün ülkeler el-Kaide ve DAEŞin saldırısına uğrarken neden İranın böyle bir saldırıya maruz kalmadığı sorusuna dikkatleri çekti. Bu açıklamasıyla Cubeyirin dolaylı olarak el-Kaide ve DAEŞ ile İran arasında bir ilinti kurmaya çalıştığı görülmektedir. Diğer taraftan, Davosta Körfez ülkeleriyle ilişkilerin onarılması hakkında konuşan İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif, İran ile Suudi Arabistanın birbirlerine karşı düşmanca davranmasını gerektirecek herhangi bir sebep olmadığını ifade etti. Bununla birlikte Zarif, bölgenin istikrarı konusunda iki ülkenin işbirliği yapabileceğini; Yemen, Suriye ve Bahreyn gibi bölgesel çatışma alanlarında savaşları bitirmek amacıyla birlikte çalışabileceğini sözlerine ekleyerek kendileri açısından herhangi bir engelin olmadığını ortaya koymuş oldu.
Bu çerçevede, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin İranla ilişkilerini tamir etmeye yönelik en önemli adım Kuveytten geldi. Aralık 2016da Manamada düzenlenen KİK Liderler Zirvesinde Körfez ülkeleri İranla ilişkilerin tamir edilmesi amacıyla Kuveyti görevlendirmişti. Bu amaçla 25 Ocakta Kuveyt Dışişleri Bakanı Halid Hamad es-Sabah İrana ziyaret gerçekleştirerek hem mevkidaşı Bakan Zarif hem de Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşmeler gerçekleştirdi. Bakan Halid Hamad, Kuveyt Emiri Ahmet el-Cabir es-Sabahın bütün Körfez ülkeleri adına hazırladığı diyalog mektubunu İranda temasları sırasında yetkililere iletti. İlgili mektup Körfez ülkelerinin İranla ilişkilerde diyaloğun başlatılmasının ve gerilimin düşürülmesinin asgari şartlarını içermektedir. Bunlar, İranın bölge ülkelerinin içişlerine karışmaması, devletlerin egemenliğine saygı göstermesi, iyi komşuluk ilişkilerine bağlı kalması ve uluslararası hukuk kurallarına uygun davranması gibi makul taleplerden oluşmaktadır. Tahranda temasları sırasında Halid Hamad, Körfez ülkelerinin İranla ilişkileri normalleştirmeyi arzuladığını, İran ve Arap ülkelerinin bölgesel ortak olduğunun altını çizdi. Buna karşın terörizmle mücadelede birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulduğunu ifade eden Ruhani ise İranın komşularıyla ilişkilerini dostça ve kardeşçe geliştirmeyi amaçladığını belirtti. Ziyaretin ardından Kuveyt Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, İran tarafının Körfez ülkelerinin hassasiyetlerini anlayışla karşıladığı ve pozitif adım atmaya hazır olduğu ifade edildi.
İlişkilerin onarılmasına ilişkin karşılıklı atılan adımların ve alınan inisiyatiflerin olumlu sonuçlanabilmesi her şeyden önce iki bölgesel rakip ve baş düşman İran ile Suudi Arabistanın ikna edilmesine ve bir şekilde asgari müşterekte anlaşmasına bağlıdır. Yoğun bir şekilde bölgesel güç mücadelesine girdikleri Suriye, Yemen ve Irak gibi çatışma alanlarında söz konusu iki ülkenin kabul edeceği barışçıl çözümlerin sağlanması hayati önem taşımaktadır. İlgili alanlarda İranın yayılmacı politikalarına devam ettiği ve bölgedeki Şii gruplarla siyasi ve askeri bağlarını güçlendirmeyi sürdürdüğü, buna karşılık Suudi Arabistanın da bu duruma engel olmak amacıyla var gücüyle çaba harcadığı sürece makul bir başarı elde edilemeyecektir. Mevcut bölgesel güç denkleminde bu tür diplomatik girişimlerle en fazla taraflar arasındaki gerilimin seviyesi düşürülebilir ve diplomatik ilişkiler yeniden kurulabilir. Fakat bunların ötesine geçilerek normalleşmenin sağlanacağı ve işbirliği imkânlarının tanınacağı bir siyasi iklimin ortaya çıkması güçlü bir ihtimal olarak gözükmemektedir.
İlişkilerin arzu edilen düzeyde normalleşmesini doğrudan etkileyecek ikinci önemli faktör ise Donald Trump yönetiminin Ortadoğu politikasını nasıl şekillendireceğiyle yakından ilgilidir. Şayet yeni Başkan Trumpla birlikte Washington yönetimi, Ortadoğu politikasını gözden geçirmek suretiyle bölge siyasetinde geleneksel tayin edici rolüne döndürürse ve İranın yayılmacı politikalarıyla doğrudan ilgilenirse Körfez ülkelerinin güvenlik kaygıları büyük oranda azaltılmış olacaktır. ABDnin geleneksel bölge politikasına dönerek bölgesel güvenlik ve istikrarı tahrip eden devlet (İran) ve devlet dışı aktörlerle (DAEŞ) mücadeleyi öncelikle halledilmesi gereken sorunlar şeklinde belirlemesi ve bunlarla etkin mücadele yürütmesi Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin güvenlik endişelerini büyük ölçüde giderecektir. Bu da bölgesel rekabet ve çatışmanın yoğunluğunu düşüreceğinden, çatışan taraflar arasında gerilimi aşağı çekecektir.
Görünen o ki, bölgede kartlar yeniden karılacak. Bu durum şimdilik Körfez ülkelerinin elini güçlendirmiş görünüyor.
Trumpın göreve başlar başlamaz öncelikli tehditler olarak gördüğü DAEŞ ve İranla ilgili yaptığı açıklama ve girişimleri, ABDnin Ortadoğu politikasının yeniden şekilleneceğinin sinyallerini vermektedir. Nitekim DAEŞle ilgili olarak Trump, terörle mücadele amacıyla Suriyede güvenli bölge oluşturacağına dair açıklama yaptı ve akabinde Kral Selman ve BAE Veliahtı Muhammed bin Zayidle yaptığı telefon görüşmesinde Yemen ve Suriyede güvenli bölgelerin kurulması konusunda mutabakat sağlandı. Ayrıca, 29 Ocakta orta menzilli balistik füze denemesi nedeniyle İran, Washington yönetimi tarafından sert bir dille uyarıldı. İranın füze denemesinin ABD ve Ortadoğu için tehdit teşkil ettiğini ifade eden Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn, “bugün itibarıyla İranı resmen uyarıyoruz” dedi. Bunun dışında Başkan Trump ise son davranışı nedeniyle İranın resmen uyarıldığını ve tüm seçeneklerin masada olduğunu belirtti. Görünen o ki, yeni dönemde Ortadoğuda kartlar yeniden karılacak. Bu durum şimdilik İran karşısında Körfez ülkelerinin elini güçlendirmiş görünmektedir.
Bu yazı ilk defa Karar'da yayınlanmıştır.