Yorumlar

Türk Dış Politikasında Restorasyon

Kemal İNAT

Uluslararası ilişkilerin genel kurallarına göre, devletler arasında sürekli dostluk ve düşmanlıkların olmayacağı da hatırlanırsa, Batılı “müttefiklerinin” çoğunun PYD/PKKya destek verdikleri bir dönemde Türkiyenin “düşmanlarının” sayısını azaltması gerekiyordu.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde restorasyon kelimesinin anlamı “Eski bir yapıda yıkılmış, bozulmuş olan bölümleri aslına uygun bir biçimde onarma, yenileme” şeklinde verilmiş. Özellikle “aslına uygun bir biçimde” ifadesi nedeniyle bu yazının başlığında, Türk dış politikasında son dönemde yaşanan yenilikleri anlatmak için “restorasyon” kelimesi seçildi. Çünkü son dönemde “dostlarımızın sayısını artıracağız, düşmanlarımızın sayısını azaltacağız” sloganıyla başta İsrail ve Rusya ile ilişkiler konusunda olmak üzere dış politika alanında atılan adımlar aslında AK Parti hükümetinin ilk iktidara geldiği zaman geliştirdiği dış politika yaklaşımından farklı değildir. O zaman da “komşularla sıfır sorun” ve “ekonomik işbirliği yoluyla bütün tarafların kazanacağı bir ilişki” Türk dış politikasının temel ilkeleri olarak belirlenmişti. 2000li yıllar boyunca da bu ilkeler doğrultusunda izlenen dış politika ile çok başarılı adımlar atılmış, dış politika alanında sağlanan barış ve istikrar ortamının ülkenin hızlı ekonomik kalkınmasına çok büyük katkısı olmuştu.

Düşman sayısını azaltma

Türkiyenin bu şekilde ekonomik ve askeri kapasitesini hızla geliştirmesi dış politikadaki hareket alanını da genişletmiş ve onu bir parçası olduğu Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda giderek daha fazla rol üstlenen bir ülke haline getirmişti. Ancak 2000lerin sonunda ve 2010ların başında yaşanan üç gelişme Türkiyenin hareket alanını daraltıcı etkide bulunarak dış politikasında önemli zorluklar yaşamasına yol açmıştır. Bunlar; 2008/2009 yılında en yoğun olarak yaşanan, ancak halen bazı ülkelerde etkileri devam eden dünya ekonomik krizi, Türkiyenin yeni ve daha bağımsız dış politikasına karşı Batının rahatsızlığını gösteren “eksen kayması” eleştirileri ve Arap Devrimleri sürecinde yaşanan gelişmelerdi.

Yazının başlığındaki “restorasyon” kavramı çerçevesinde baktığımızda, bu üç alanda yaşanan zorlukların AK Partinin inşa ettiği Türkiye dış politika binasında birtakım hasarlara yol açtığı görülmektedir. Belki bu hasarların bir kısmı zamanında verilecek daha çabuk ve isabetli tepkilerle önlenebilecekti, ancak tıpkı doğanın zaman içerisinde binalara verdiği hasar gibi, “doğal anarşik uluslararası sistem” de devletlerin dış politikalarına ve güvenliklerine zarar verecek etkilerde bulunur. Bu olumsuz etkilerin dış politika binasında oluşturduğu hasarların giderilmesi için devletlerin zaman zaman restorasyon çalışmaları yapması zorunludur. İşte yeni AK Parti hükümetinin Rusya ve İsrail ile başlattığı ve belki Mısır ve İranla devamı gelecek olan normalleşme ya da ilişkilerin geliştirilmesi çabaları bu restorasyonun bir parçasıdır. Ancak dış politika alanındaki bu restorasyonun, her restorasyon çalışmasında olduğu gibi, AK Partinin ilk iktidara geldiği 2002den beri geliştirdiği işbirliği eksenli dış politika ilkelerine sadık kalınarak gerçekleştirildiğinin yeniden altını çizelim.

Söz konusu adımların damgasını vurduğu bu restorasyonlaTürkiyenin daha çok yukarıda değinilen dünya ekonomik krizi, eksen kayması tartışmaları ve Arap Devrimleri sürecinin getirdiği zorluklara karşı daha rasyonel bir tepki geliştirmeye çalıştığı söylenebilir. Bunu biraz açalım. Son 7-8 yılda yaşanan bu sorunların Ankara üzerindeki temel etkisinin Türkiyenin gücünü ve dolayısıyla dış politikadaki hareket kapasitesini sınırlandırmak olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Bu sınırlılıklara sahip olan Türkiyenin, Suriye örneğinin de gösterdiği gibi Batılı müttefiklerine hiç güvenemeyeceği bir ortamda, Ortadoğuda giderek çok etkin bir aktör haline gelen Rusya ve bölgenin tek nükleer gücü olan ve dünyada çok etkin bir lobi gücü bulunan İsrail ile düşmanca ilişkileri sürdürmesi rasyonel değildi. Uluslararası ilişkilerin genel kurallarına göre, devletler arasında sürekli dostluk ve düşmanlıkların olmayacağı da hatırlanırsa, Batılı “müttefiklerinin “çoğunun PYD/PKKya destek verdikleri bir dönemde Türkiyenin “düşmanlarının” sayısını azaltması gerekiyordu. Çünkü Türkiye henüz küresel bir güç değildi, ancak 2023 hedeflerine ulaşılması durumunda küresel güç olabilecek olan bir ülkeydi. Fakat aynı zamanda Türkiye yukarıda saydığımız sorunlar nedeniyle bu hedefinden uzaklaşma eğilimi gösteren bir ülke haline gelmişti. Dünya ekonomik krizi nedeniyle ekonomik büyümesi yavaşlamış, Ortadoğuda izlemeye çalıştığı bağımsız politika nedeniyle Batılı ülkelerin hedefi haline gelmiş ve Arap Devrimleri sürecinde bölgedeki arabulucu konumunu kaybederek sorunların tarafı haline gelmiş bir ülkenin 2023 hedeflerine ulaşması zorlaşmıştı.

Nereden başlamalı?

İşte bu yüzden dış politikada restorasyon gerekiyordu. Ancak bu restorasyonu yaparken nereden başlanacağı da çok önemliydi. Ekonomik büyüme hızıyla dış politika arasındaki yakın ilişki düşünüldüğünde, “dostların sayısının artırılıp düşmanların sayısının azaltılmasının” Türkiyenin ekonomik kapasitesinin artırılması açısından çok büyük öneme sahip olduğu tespiti yapılabilir. Bu çift taraflı bir ilişkidir. İşbirliği eksenli bir dış politikanın izlenmesi ülkenin ekonomik gücünü artırıcı etki yaparken, ekonomik ve dolayısıyla askeri kapasitenin artması da daha etkin bir dış politika izlenmesi imkânı doğuracaktır. Türkiyenin 2010lu yıllarda yaşadığı temel sorun, ekonomik ve askeri kapasitesi henüz yeteri kadar artmadan tek başına çözmekte zorlandığı sorunlara taraf olmak zorunda kalmasıydı. Bu sorunlar Ankaranın kendi tercihleri sonucu değil, Arap Devrimleri çerçevesinde bölgesel konjonktür nedeniyle ortaya çıkmış sorunlardı, ancak Türkiyenin hızlı tepki vermesini gerekli kılıyorlardı. 2003 Irak Savaşı sırasındaki savaş dışı kalma tercihi bazı kesimler tarafından çok eleştirilen Ankara, Suriye konusunda daha aktif bir dış politika izlemeyi ve güney sınırında yaşanacak gelişmelere seyirci kalmamayı tercih etti. Ancak Suriye isyanının giderek iç savaşa dönüşmesi, İran ve sonrasında Rusyanın bu savaşta etkin bir şekilde rol alması Türkiyenin bu ülkelerle ilişkilerini bozarken Suriyenin kuzeyinde PKK/PYD kontrolünde bir alan oluşmasına da yol açarak Ankara için ciddi güvenlik risklerini de beraberinde getirdi. ABD ve diğer Batılı ülkelerin Ankaranın bütün uyarılarına rağmen PYDye olan açık destekleri düşünüldüğünde, Türkiyenin Rusya ile ilişkilerini normalleştirmesi dış politikadaki hareket alanını genişletmesi açısından önemli bir adım olmuştur.

İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi ise hem doğalgaz gibi alanlarda işbirliği imkânlarının yolunu açıp Türkiyenin ekonomik büyümesine katkı sağlayacağı için hem de Batıda son 6-7 yıldır artan Türkiye karşıtı kampanyaların kısmen önünün kesilmesi açısından önem taşımaktadır. Yahudi lobilerinin Batılı ülkelerde sahip olduğu etkinlik düşünüldüğünde İsrail ile ilişkilerin düzelmesi bu lobilerin Türkiye aleyhtarı faaliyetler konusunda artık Ankarayı fazla rahatsız etmeyecek bir tavır içerisine girmeleri sonucunu doğurabilecektir. Ayrıca İsrail ile ilişkilerin çok sorunlu olması Ankaranın Gazzeye yardım etme imkânlarını çok sınırlandırıyordu.

Ankaranın dış politika restorasyonu çerçevesinde “dostlarının sayısını artırıp düşmanlarının sayısını azaltmak” istemesinin nedenlerinden biri de uluslararası terörizmin boyutlarının her geçen gün artması ve Türkiyenin bundan en fazla olumsuz etkilenen ülkelerin başında gelmesidir. PKK ve DAEŞin başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiyenin her yerinde gerçekleştirdiği terör saldırıları ve DAEŞin Bağdat, Dakka, Paris, Brüksel ve son olarak Medine saldırıları terörün ne kadar büyük bir küresel sorun haline geldiğini gösteriyor. Türkiye, bazı ülkelerin terör ve terörist arasında ayrım yaparak PKK terör örgütüne destek anlamına gelen politikalarını eleştirip terörün her türlüsüne karşı dünyayı birlik olmaya çağırırken, bu tehdide karşı tek başına mücadele etmenin imkânsızlığını görüp kendisine ortaklar aramaktadır. Hem PKK hem de DAEŞ tehdidi altındayken dışarıdaki düşmanların sayısının azaltılması bu terör örgütleriyle mücadele açısından büyük önem arz etmektedir. Bu sayede hem Ankaranın enerjisini ve kaynaklarını daha fazla bu örgütlerle mücadeleye tahsis etmesi hem de bu örgütlerin dışarıdan aldıkları desteğin kesilmesi mümkün olacaktır. Aynı şekilde dışarıda “artırdığı dostların” terörle mücadelede Türkiyeye destek vermeleri de sağlanmış olacaktır. Rusya ve İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesine ve Mısır ve İran ile ilişkilerin bundan sonraki seyrine bu gözle de bakmak faydalı olacaktır.

Ancak burada uluslararası ilişkilerin şu gerçeğinin de altını çizmek gereklidir. Yukarıda değinildiği gibi, devletler arasındaki ilişkilerin yönünü sürekli dostluklar ve düşmanlıklar değil çıkarlar belirler. Bu gerçek, çıkarlar gerektirdiğinde Türkiyenin bütün devletlerle ilişkilerinin düzeldiği gibi yine çıkarlar gerektirdiğinde yeniden bozulabileceğini göstermektedir. Buna Türkiye tek başına karar vermemekte, karşı tarafın tutumu da belirleyici olmaktadır. Bazı durumlarda Türkiyenin bütün çabalarına rağmen başka bir ülkeyle “normal” bir ilişki geliştirmesi mümkün olamazken, bazı durumlarda karşı tarafı da zorlayan bir takım faktörlerin ortaya çıkması bu “normalleşmeyi” kolaylaştırmaktadır. Yani ülkeler arasındaki “normalleşme” bu yönde karşılıklı iradelerin oluşmasıyla mümkün olabilmektedir.

Bu yazı ilk defa Star Gazetesi'nde yayınlanmıştır.