Yorumlar

Körfez’deki Kriz Sona Erdi mi?

Körfez Arap bölgesinde geçtiğimiz aylarda ciddi bir kriz yüzünü gösterdi. Aslında uzun zamandır var olan anlaşmazlıklar yumağı bölgedeki değişim ve siyasetin yeniden şekillendirilmesi girişimlerinin ardından daha da bariz bir biçimde açığa çıkmaya başlamıştır. Körfezin üç Arap ülkesi Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, Körfez İşbirliği Konseyinin (KİK) 1981de kuruluşundan beri ilk defa radikal bir karar alarak, 5 Mart 2014te büyükelçilerini Dohadan çekmişlerdir. Bu karara gerekçe olarak Katarın Körfez ülkelerinin iç işlerine müdahale ederek onların güvenlik ve siyasi istikrarını tehdit ettiği gösterilmiştir.

Körfez üçlüsü  ülkelerinin gerginliği tırmandırmaları, Katarın Ortadoğudaki aktif ve bağımsız politikalarının etkisini azaltarak bu ülkeyi dizginleme çabalarının dışa vurumu olduğu tespiti yapılabilir. Bunun yanında, Arap halklarının otokratik ve baskıcı rejimlere karşı başkaldırmaları noktasında Katar, hiçbir fark gözetmeksizin (Mısır, Libya, Tunus, Suriye, Irak ve Yemen) değişim isteyen halkların yanında durmuş ve her alanda destek vermeyi kendisine ilke edinmiştir. Bu durum karşısında ilkel ve esnekliği olmayan bir anlayışla gelişmeleri sadece çıkarlarının öngördüğü haliyle yönetmeye çalışan Suudi Arabistan, kendisinden oldukça küçük olan fakat etki alanı olarak her geçen gün büyüyen ve saygınlık kazanan Katara karşı son derece sert ve saldırgan politikalar izlemeye başlamıştır. Diğer bir ifadeyle, kendisini Körfezin “ağabeyi” olarak konumlandıran Suudilerin, ailenin en küçük üyelerinden birinin izlediği başına buyruk politikalar ve duruş ile kendisinden birçok konuda daha fazla saygınlık kazanması karşısında çaresiz kalmıştır. Bunun sonucu olarak Suudiler Katar yönetimine karşı politikalarını sertleştirerek “had bildirme” siyaseti izlemiştir. Bu sert politikaların birkaçı;

  • Kendisine yakın gördüğü diğer iki körfez ülkesi olan UAE ve Bahreyn ile birlikte Katardan büyükelçilerini geri çekmeleri,
  • Katara hava sahasını kapatma tehdidinde bulunması,
  • Tek kara sınırı Suudi Arabistanla olan Katarı ablukaya alma ve sınırı tamamen kapatma tehdidi
  • Katara karşı karalama kampanyasının yanında, Al jazeera kanalının yayınlarını durdurma tehdidi olarak gösterilebilir.

Ayrıca, Katar ile Suudi Arabistan ve BAE arasındaki anlaşmazlığın içyüzünü anlama açısından bölgedeki stratejik dengeler ve değişen güç dengeleri de önem taşımaktadır. Riyad ve Körfezdeki diğer başkentler, Arap Baharı fırtınasının kopmasından itibaren Katarın birçok uluslararası ve bölgesel aktör üzerindeki etkisini kırmayı veya kontrol altına almayı hedeflemişlerdir. Katar ise her seferinde çeşitli platformlarda bu konunun bir egemenlik mevzusu olduğunu dile getirmiş, bağımsız ve egemen bir devlet olarak dış politikasının müzakere edilemeyeceğini dile getirmiştir.

Katar ve Körfez üçlüsü arasındaki son krizden sonra çeşitli müzakereler yapılmış özellikle KİKin bir diğer üyesi olan Kuveytin arabuluculuk çabaları sonucu taraflar bir anlaşmaya varmıştır. Geçtiğimiz günlerde Riyadda yapılan toplantı sonucu taraflar ortak bir metin üzerinde anlaştıklarını ilan etmişlerdir. Taraf ülkelerin dışişleri bakanlarının üzerinde anlaştıkları konular aslında daha önce de (Kasım 2013te) üzerinde anlaşılmış konular olup bir kez daha teyit edilmiştir. Mevcut krizi sona erdiren anlaşma metninin yayınlandığı bildiride;

  • Katarın Müslüman Kardeşlerle bağı olan Körfez ülkeleri vatandaşlarından 15ini (5i BAE, 2si de Suudi vatandaşının olduğu) sınır dışı edeceği,
  • Al jazeeranın yayınlarında Körfez ülkelerine ve Mısırda Müslüman Kardeşler hükümetini deviren darbe yönetimine karşı daha yumuşak olacağı,
  • Katarda yaşayan Mısırlı muhaliflerin, Katarın yayın organlarını kullanmalarına müsaade edilmeyeceği,
  • Körfez ülkelerinin politikalarında bağımsız olacağı, diğerlerine zarar vermeyecek her türlü dış politikayı izlemekte özgür olacakları açıklanmıştır.

Bu noktada krizin altında esasen Katarın diğer Körfez ülkelerinden bağımsız bir dış politika yürütmesinden Suudi yönetimi ve ona yakın ülkelerin rahatsız olması yatmaktadır.

Oluşum aşamasından beri üyelerinin bağımsız hareket edebilmesine olanak tanıyan ilke ve sözleşmeler üzerine bina edilen KİK uzun yıllar bu anlamda bir sorun yaşamadan birlikteliğini sürdürmüştür. Bunda hiçbir üyenin politikalarının, diğer üye ülkelerin çıkarlarını, güvenlik ve istikrarını etkilememesi ve egemenliklerini tehdit etmemesi için ortak çerçeve içinde yürümeyi teminat altına alacak mekanizmaların benimsenmesi etkili olmuştur.  Bu açıdan bakıldığında krizin arkasındaki asıl sebebin bazı üye ülkelerin yeni politika arayışlarının diğer üyeler tarafından kabul edilmeyişi olduğu anlaşılmaktadır.

Taraflar arasında varılan son anlaşma güçlü bir ekonomi dışında coğrafi, askeri ve nüfus gibi unsurlar açısından kaynakları kısıtlı olan Katarın da kendisinden çok daha güçlü olan Suudi Arabistana karşı 1990lı yıllardan beri bir egemenlik mücadelesi içinde olduğu gerçeği göz önünde bulundurulacak olursa, anlaşmayı söylendiği gibi Katarın boyun eğmesi olarak değil, aksine egemenliğini pekiştirmesi olarak okumak yanlış olmayacaktır.

Körfez anlaşmazlığında görünen temel sorun, Mısırdaki darbe hükümetine yönelik tutumdu. Fakat son toplantıda üzerinde uzlaşmaya varılan bildiri bu anlaşmazlığa hiç değinmemektedir. Bu da krizin aslında tarihsel ve yapısal olduğunu, bugün yaşanan olayların sadece bu krizi daha da görünür hale getirdiğini göstermektedir.

Sonuç olarak karar verilen bildirinin Katarı zorlayacağı ve Körfez ortak kararına boyun eğmesini gerekli kılacağı yönünde bir sonuç doğuracağı anlaşılmaktadır. Öte yandan hem Katar hem de diğer Körfez ülkeleri açısından bakıldığında mutlak surette kazanan veya kaybedenin olmadığı yorumu da yapılabilir. Zira bildirideki maddelere göre anlaşma sadece Katarı değil diğer tarafları da sorumlu kılmaktadır. Bildiri, Suudiler açısından Müslüman Kardeşlere karşı bir kazanım olarak değerlendirilebileceği gibi Katar açısından da Katarın ısrarla üzerine mücadele ettiği her devletin bağımsızlığına saygı ve dış politikanın her devletin egemenliğinin bir parçası olduğu hususunu düzenlemesi açısından bir kazanım olarak görülebilir. Kriz sonrası böyle bir sonucun ortaya çıkması aslında Katar siyasi aklı açısından normal bir durum iken, siyasi aklı kazanmak veya kaybetmek üzerine yoğunlaşan Suudiler açısından problemli olabilir. Böyle bir sonucun da Suudiler için orta ve uzun vadede getirisi olabilir. Bu getiri belki de farkında olmadan modern siyasi etkileşimleri daha iyi anlamalarını ve daha esnek politikalar izlemelerini tetikleyebilir.