Yorumlar

İran Ne Yapmalı?

Cumhurbaşkanı Erdoğanın Körfez ziyareti sırasında İrana yönelik olarak yaptığı “Pers milliyetçiliği” suçlaması hem Türkiyede hem de İran ve Körfez ülkelerinde geniş yankı buldu. Bu ifadeler Türkiyenin Tahranın Orta Doğu politikalarından duyduğu rahatsızlığın açık göstergesiydi. Açıklamanın Körfez gezisi sırasında yapılmış olması ise bu rahatsızlığı paylaşan bölge ülkeleriyle İranın politikalarına karşı dayanışmanın göstergesi olarak okundu.
Aslında yakın geçmişe bakıldığında Ankaranın, Erdoğan hükûmetleri zamanında İran ile çok yakın iş birliğine de gitmeye çalıştığı, nükleer sorunu nedeniyle yoğun baskılara maruz kalan bu ülkeye Batıyla sorunlarını çözme konusunda destek olduğu görülmektedir. 2010 yılında Türkiyenin Brezilya ile birlikte yürüttükleri çabalar sonucunda İran nükleer sorununun çözümüne yönelik olarak Tahran Anlaşmasının imzalanmış olması Ankaranın Tahrana verdiği desteğin zirve yaptığı döneme işaret eder. Batıdan gelen baskılara rağmen Türkiye, İranla özellikle ekonomik alandaki ilişkileri artırarak sürdürmüş ve ABDnin bu ülkeye yönelik yaptırımlarına karşı İranla ticaretini artırmaya devam etmişti.
Ancak Tahran yönetiminin Arap Devrimleri sürecindeki Suriye, Irak ve Yemen politikaları Türkiyede çok ciddi rahatsızlık uyandırmıştır. Özellikle Halep ve Musul konusunda İranın tavrı “yayılmacı” bir politikanın göstergesi olarak değerlendirilmiştir.
 
2015 yılında yaşanan iki gelişmenin ardından İranın, Orta Doğuda üstün konuma geçtiği ve nüfuz alanını genişletmek için önemli bir fırsat yakaladığı çok konuşulmuştu. 
 
Bu gelişmelerden ilki 14 Temmuz tarihinde nükleer sorunun çözümüne dair anlaşmanın imzalanması, diğeri ise 30 Eylülde Rusyanın Suriyeli muhaliflere yönelik hava saldırılarına başlamasıdır. Suriye cephesinde Rusyanın desteğiyle rahatlayan İran artık savunma pozisyonundan saldırıya geçerken, nükleer anlaşma sayesinde üzerindeki ekonomik yaptırımlardan kurtulma konusunda önemli bir adım atmıştı.
Bu şekilde pozisyonu kuvvetlenen İranın 2016 yılı içerisinde Suriye, Irak ve Lübnandaki etkisini artırdığı görüldü. Bu ülkelerde elde edilen başarılar İrandaki “şahinler” tarafından kazanç hanesine yazıldı ve iç siyasette faydalı bir araç olarak kullanıldı. Ancak rasyonel olarak bakıldığında, İranın Orta Doğuda nüfuz mücadelesine girdiği alanları bu kadar genişletmesi aslında Tahran açısından çok büyük bir soruna işaret ediyor. Suriyeden Yemene, Lübnandan Iraka ve Bahreyne kadar uzanan geniş bir coğrafyada desteklemiş olduğu Hizbullah, Ensarullah ve Haşdi Şabi gibi örgütler, bu ülkelerde girdikleri çatışmalarda hedef aldıkları kesimlerde büyük bir İran karşıtlığı oluşmasına yol açtılar. Tahrandaki “şahinler” bu politikaları doğrultusunda, bu ülkelerdeki bazı Şii grupları kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları için bu İran karşıtlığı maalesef çoğu zaman Şii karşıtlığıyla da örtüşüp Orta Doğu coğrafyasını mezhep çatışmalarına açık hâle getirdi.
 
Tahrandaki “şahinler” ve onların desteklediği gruplar, DEAŞ ve El-Kaide gibi terörist örgütleri “tekfirci” diye suçlarken kendileri de bir şekilde tekfircilik tuzağına düştüler. Çünkü bu ülkelerdeki nüfuz alanlarını genişletmek için yürüttükleri savaşı meşrulaştırmaları gerekiyordu ve böylece örneğin, Suriyede Esad diktatörlüğüne karşı özgürlük mücadelesi veren bütün muhalifler DEAŞ ve El-Kaide ile birlikte aynı sepete konularak terörist ilan edildi.
İrandaki rasyonel ve sağduyulu aktörlerin öne çıkıp, bu “şahinlerin” politikalarının hem kendi ülkelerini hem de bütün Orta Doğuyu felakete sürüklemesine karşı bir şeyler yapması gerekiyor. Dünya mazlumlarının sesi olma iddiasındaki ülkelerinin, nasıl diktatörlerin işbirlikçisi konumuna sürüklendiğini, Müslümanları birleştiren değil de ayrıştıran bir devlete dönüştüğünü halklarına anlatmak için çalışmalılar.
Trump yönetimiyle birlikte İranı zor günler bekliyor. Tahran yönetiminin, ABD-İsrail ekseninden gelecek saldırılara karşı Rusyaya ne kadar güvenebileceğinin hesabını iyi yapması gerekiyor. 2010 yılında Türkiyenin İrana destek olmak için imzaladığı Tahran anlaşmasından bir ay sonra, İrana karşı çok ağır yaptırımlar içeren 1929 sayılı Güvenlik Konseyi kararına Rusyanın da onay verdiğini hatırlamalılar.
Tahranın, Rusyadan aldığı desteğe güvenmeyi bırakıp, başta Türkiye olmak üzere Orta Doğu ülkeleriyle Suriye, Irak, Lübnan, Yemen ve Bahreyn konularında anlaşmaya çalışmasının zamanı geldi...
 
Bu yazı ilk defa Türkiye Gazetesi'nde yayınlanmıştır