Yorumlar

Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki İmtihanı

16 Ekim 2014te Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda BM Güvenlik Konseyinin geçici üyeliği için yapılan oylamada Türkiye, Yeni Zelanda ve İspanya ile yarıştı. Oylamanın ilk turunu Yeni Zelanda 145 oy alarak geçti. Türkiye ikinci ve üçüncü tura İspanya ile katıldı ve sırasıyla 73 ve 60 oy alarak İspanyanın çok gerisinde kaldı ve seçimi kaybetmiş oldu. Oysa Türkiye bundan sadece altı yıl önce 2008 yılında aynı görev için yapılan oylamada 151 oy alarak bir rekor kırmıştı ve bu kadar kısa bir süre sonra tekrar seçilmeyi başararak yeni bir rekor kırmak istiyordu. Ancak sonuç gösterdi ki geçen bu süre zarfında Türkiyenin uluslararası arenadaki popülaritesinde önemli bir düşüş yaşanmıştı. Türkiye özellikle II. Dünya Savaşından sonra yaşanan örgütlenme çağında uluslararası örgütlere üyelik konusunda son derece aktif davranmış ve bu çerçevede Batı Bloku örgütlenmeleri olan BM, NATO, Avrupa Konseyi gibi örgütlere hızlıca üye olmuş hatta bazılarında kurucu üye olarak yer almıştı. 2002 yılından sonraki dönemde de bu örgütlerde aktif görevler üstlenme konusuna AK Parti Hükümetlerinin özel bir önem verdiği söylenebilir. Yaklaşık 50 yıl sonra BMGKya geçici üye olarak seçilmesi, şu anki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlunun Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde başkanlık yapması, Kemal Dervişin BM Kalkınma Programı (UNDP)ndaki aktif görevi bunlara verilebilecek örneklerdir. Durum böyleyken Türkiyenin aslında talip olduğu bu göreve gelmek için önemli bir lobi faaliyeti yaptığı söylenebilir. Türkiyenin elini güçlendirmek için öne çıkardığı konulardan bazıları İspanya ile birlikte taşıyıcılığını üstlendiği Medeniyetler İttifakı projesi, arabuluculuk inisiyatifleri ve insani diplomasi konusundaki pro-aktif siyaseti ön plana çıkarması ve uluslararası terörle mücadele dahil çok taraflı uluslararası mekanizmalarda kritik roller üstlenmiş olmasıdır. Ayrıca son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğanın Cumhurbaşkanı seçildikten hemen sonra BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada ön plana çıkardığı “Dünya beşten büyüktür” sloganıyla özellikle BMnin reforme edilmesi ve uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması konusunda daha adaletli bir politika izlenmesine yaptığı vurgularla az gelişmiş ülkelerden destek almaya çalıştı. Sonucun böyle olmasında biri iç ve diğeri dış politikadan kaynaklanan iki sebepten bahsedilebilir. İç politikadan başlamak gerekirse, Türkiyenin bu adaylık için 2008de yaptığı şekilde güçlü bir propaganda yapmak için uygun bir iç politika ortamının olmadığı iddia edilebilir. Bilindiği üzere 2014 yılında Türkiye 30 Mart 2014te Yerel Seçimler ve 10 Ağustos 2014te de Cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere iki önemli seçim dönemi geçirdi. Kuşkusuz bu seçimler Hükümetin enerjisinin iç politikaya kayması konusunda önemli bir etken oldu. Ayrıca 2013 yılının yaz aylarında yaşanan Gezi Parkı olayları ve yıl sonunda gerçekleşen 17 Aralık operasyonları da yine ilginin iç politikaya kaymasına sebep oldu. Yaşanan bu olaylar Türkiyenin sabırlı, istikrarlı ve titiz bir kampanya yapmasını engelledi. Şüphesiz bu sonucun sadece iç politikada yaşanan sıkıntılara bağlanması doğru olmayacaktır. Türkiyenin 2009 başından bu yana özellikle Ortadoğu devletleriyle yaşadığı sıkıntılı durum sadece büyükelçiliklerini çektiğimiz İsrail, Suriye ve Mısırda değil, Lübnan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin de Türkiyenin destekçisi olmaması durumunu ortaya çıkardı. Türkiyenin izlediği Suriye politikası sadece Arap devletlerini değil, İran ve Kırım konusunda sorun yaşadığı Rusya gibi ülkelerin de Türkiye aleyhine oy kullanmalarına sebep oldu. Bu durum aynı zamanda Türkiyenin Mısır konusunda Müslüman Kardeşlere gösterdiği açık destek ve darbeyi sert bir şekilde eleştirmesinin, Gazze konusundaki tavizsiz tutumunun ve Suriyeye yönelik takip ettiği insani yardım politikasının BM nezdinde fazla bir etki yaratmadığını göstermektedir. Bu olumsuz sonuç üzerinde özellikle basında çok fazla durulmuyor olsa da aslında Türkiyenin bu sonucun nedenlerini düşünüp, dış politikasındaki gelecek adımlarında bu olumsuz deneyimi göz önünde bulundurmalıdır. Ayrıca düşünülmesi gereken bir diğer husus da Türkiyenin uzun zamandan beri üzerinde durduğu BM reformunu gerçekleştirebilmek için BMGK üyesi olmak zorunda olmamasıdır. Zira Türkiye yetmiş yıllık BM geçmişinde genel sekreterlik, komisyon başkanlıkları, alt kuruluşlarda etkin roller gibi pozisyonlar elde edememiştir. BM içerisinde aktif olabilmek ve BMnin küresel barışı sağlama konusunda adaletli bir politika izlemesini sağlamak için bu tür pozisyonlar konusunda da çalışılabilir. Bu sayede de Türkiye görüşlerini tüm dünyaya aktarabilme imkanı bulacaktır.